3 Mayıs 2010 Pazartesi

"yüzümü şiirle, öyküyle, romanla, felsefeyle yıkıyorum ki dinç görüneyim"

kimsenin hayatı bir kitap okuyunca değişmiyor artık; bu büyük bir yalan. kitap, olsa olsa biz gençken büyüklerimizin bize dayatmaya çalıştığı 'güzel' geleneklerimiz kadar boğucu ve sıkıcı, yeni nesil için. İnternette fink atmak varken ne diye kelimelerin, mürekkebin tuzağına düşelim ki; ne diye imgelemin kızağında en azgın hızların hazlarında sürüklenelim ki: hayatın tuzaklarından kurtulursak bize verilen birkaç saniyede, hemen level atlıyoruz zaten. dostoyevski okuyacağımıza war craft'ta ilerlemek daha önemli. İksir yüklü kılıca ulaşmak, hemingway'i anlayıp yorumlamaktan daha fazla alkış alıyor. aforizma yazmak halkın tekeline geçeli çok oldu MSN iletileri prim yapalı ( yakında bir yayınevi 'en güzel iletiler' diye bir kitap çıkartırsa şaşırma orhan Veli ). eskiden kitabın kaldığımız sayfasına ayraç koyardık; şimdi ömrümüzde kalakaldığımız yere başucundaki son kitabı koyup yoluna devam edenlerle yaşamaya mecbur bırakıldık güle oynaya. demokrasi sakat dedim hep; kitap okumamak da demokratik bir hak olmadı mı sanki? isteyen okur, isteyen yakar. al sana, ala demokrasi.

hayır, ben tutucuyum hâlâ sanırım; kitabın uyanır uyanmaz yüz yıkamak kadar aydığına inananlardanım. yüzümü kitapla yıkıyorum. yüzümü şiirle, öyküyle, romanla, felsefeyle yıkıyorum ki dinç görüneyim; zinde görüneyim başımı belaya sokan düşmanım hayat karşısında. yoksa klavye başındaki kapitalizm beni de yutup geçecek ve bir level daha atlayacak, biliyorum. adım 'cape lock' tuşuna basılı da olsa küçük ve silik yazılacak herkesinki gibi. elimde ne iksirli kılıcım, ne özel hünerlerim ne de kazandığım ciddi bir zafer var. elimde yalnızca okunmayı bekleyen, okunmayı özleyen sihirli bir kitap var. bedenime sahip olsalar da kitaplarıma asla! onlar benim bana ışıldayan nadide mücevherlerim; ben onlarla cihana kafa tutan tek hakiki ejderim.

geçtim önüne kütüphanenin, dedim bana ne yaptınız siz? hiç mi huyunuza, suyunuza gitmedim; ailemi kaybettim sizin yüzünüzden, ülkemi kaybettim, dünyamı şaşırttınız. biz dediler, ahlaksızız, ahlakı öğretmeye kalkışanlar kadar ahlaksız ve baştan çıkartıcıyız. o an karar verdim şiir rafı, roman rafı, yerli yazarlar, yok, yabancı kitaplar rafları yapmamaya; sisteme karşı olan kitaplarımı sistemli dizmemem gerektiğini o an fark ettim. rüzgârda uçuşan saçlar kadar hür olmalıydı kitaplarım. ateş nasıl aklınca alevleniyorsa, her kütüphane de sahibince şeklini bulurdu elbet. peyami safa'nın yanına nietzsche'yi, bukowski'nin yanına cemil meriç'i, kutsal kitapların yanına kapital'i ve kurt cobain'in günlüğünü bıraktım; ben, dedim, sizle uğraşamadım; bari birbirinizden bir şeyler öğrenin. kitaplar, evde kimse yokken hararetle tartışırlar aralarında; deli olanlarınız bilirler. şimdi bahtiyarım. kitaplar da birbirlerini okusunlar. kitaplar yesin birbirini asıl, ne kalırsa geriye; bana o lazım.

newyork'ta bir müzede geniş bir odanın girişine cam kaplı, büyük bir bölme yerleştirip aydınlatmışlar; içinde sadece ceket cebine sığabilecek bir not defteri var. defterin sayfaları açık; kurşun kalemle kargacık burgacık yazılmış dizeler göze çarpıyor / hatta kimi kelimeler silinmeye yüz tutmuş. walt whitman'ın not defteri. amerika'nın şiir babası sayılan şahıs ve belli ki yolculuklarda kullandığı defteri. biz ortadoğu'da yazılanları ortadan kaldırmaya çabalarken birileri yok olup gitmiştir denilebilecek dizelerin, satırların üstüne titriyorsa eğer ortada yanlış(lar) var demektir. yanlış olan hükümet politikası, iktidarda piknik yapmak da değil yalnızca; yanlış olan insanların geliştirdiği, gelişmesini kabullendiği algı mekanizmalarından kaynaklanıyor. çünkü bize kimse kitap okumayın diye telkinde bulunmuyor. çünkü bize kimse hayal-gerçek, artık ne haltsa, özlediğinizi kitaplardan çıkartmayın demiyor. yazıyla barışık olmak ve okumak, insanın tekelinde henüz.

okuma-yazmayı söktüğümüzde göğsümüze kırmızı kordela takılırdı ilkokulda yıllar önce; çıkartıp onu oradan gözlerimizi bağlamışız adeta. okumamak, yazılanları görmemek için. kitapları yok saymak, kurşuna dizilmek gibi bir şey işte. ölürken hiç değilse bize sıkılan kurşunun üzerinde ne yazıyor, bari onu okuyacak kadar onurlu gidelim.

hiç alıntı yapmadan tamamladım yazımı; utanmam mı gerekiyor?!

k.i

2 yorum:

Antipatik Yazar dedi ki...

Çok doğru söylüyorsun! Kitabın dostluğunu başka şeyler aldı bu zamanda!

y. dedi ki...

belki de herşey değişti, başkalaştı,oyunlaştı. biz durduğumuz yerde anlayamadık, yine de kitabın tozuna sığınmak en iyisi.