3 Kasım 2011 Perşembe

insanlar ölüme göre değil...



bu dünyadan zararlı çıkıyor her şey

insan da hayat da ölüm de

aşktan kurduğumuz kabile bile

dağıldı diyordu yerliler

yabancılar sebep olmadı buna

gökyüzü çökmedi,

toprak çağırmadı

yağmuru söktüler ruhumuzdan

ve dağıldık bir anı bile kalmadı bundan

hayat dağılınca ölüm kalır mı

yağmurun anısı yağmaktır, yağmur

 yağıyorken yağmurdur, şiir huyludur

şiir de yazıyorken anıdır

çatmaktır aşkın da anısı bir başka anıya

yağmurun da şiirin de aşkın da

anısı tez geçer, ruhu kalır, rivayeti yayılır


anısı, ruhu, kabilesi aşktandı

ilk ve son sebebi aşktı insanın

aşktı hayatımızı durmadan karıştıran

ve aramızda ölüme en son yakışan çocuk

aşktı, 'kaderim ol' derdik, olurdu

aşktı, en çok ona dua ederdik

aşktı, yokluğunda kendimize küserdik

aşktı, 'sebebim ol'du, olmadı

sanki tanrı kabilemizi sınadı

aşktan da kaldık hayatta ölümden de

kaldık ve 'var'ımız yoğumuz oldu

daha çok 'var' olacakmışız meğer

daha çoğumuz 'yoğ'umuz oluncaya dek



'var'lığım 'cehennemin öbür adı'ysa
yalnızca 'gelmiş bulundum' diyeceğim' buraya
beni kimin gönderdiğini söylemeyeceğim
yolcuyu da övmeyeceğim yolculuğu da
avunmanın uzun yokluğu ben de sürsün
'var'lığım bir avuntu bulmasın benden
üstelik coğrafyayı bir 'his ' olarak gören
bana ne serüvenden
bana ne  'var'lığımdan yolculuğumdan?

bu 'his' bana dilimi unuttururyor
avunmaz siyah bir his
üstüne kurduğum o işlek dil
kasabaya gelince neden susuyor

ölüm bizden üşümemişti daha
bizden başka tanıdığı yoktu bu kasabada
bahçeye tuzak kurak çocuklar yoktu
ölüme kurulan bir tuzak değildi büyümek
hayatın anlamını bilmiyorum bilmesine de hala
biliyorum çocuklukla gençlik arasında bir yerde
sıkışan o tarfisiz duyguyu
herkes hayatı anlamsız ve sıkıcı bulurdu
orada ben de bulundum ve hayatımı
herkesin bulduğu gibi buldum;
ölüm, hayatın kardeşiyse
yaşadığımız bu anlamsızlık niye,
ölümün bizi tanıdığıysa gülünç bir iddia
gülünç bile olmayan şu hayatı
ölüm tanısa ne tanımasa ne?


bu 'his' dilime vuruyordu
avunduğum bu gri his
üstüne çalıştığım o saf dil
aşka gelince nasıl coşuyordu


bir şiir de sayılmaz bir mektup da
yağmurla şımartılmış bir çocukluğun
kaprisi de denebilir o zamanlar
defterime yazdığım şu itiraza:


'insanlar insanları öldürmek için
doğuyorlar yaşamak için değil

insanlar en çok birbirlerini
anlamamak üzerine anlaşıyorlar

insanlar birbirlerine göre değil
yaşarken ölüm gibi diyorlar aşka
birbirlerini öldürüp aşk diyorlar buna da

aşkın 'ben'i öldürdüğü de yalan
aşk sendeki 'ben 'için
gerekli sana

herşeye aşkla başlıyorsak
demek ki aşk o büyük tuzak

herkes aşkı sevdiğini söylüyor
ben aşkı değil bir insanı
sevmek istiyorum seni beni
birbirimize anlatacak birşey
istiyorum, aşkın ölüsü olmak
istemiyorum, korkuyorum çünkü
ölümüne aşık olmaktan da

yarı yarıya öldüm sayılır hem
yarı yarıya öldürdüm sayılır seni de
ikimizden biri ölü çıkacak, yeter
bu aşkta ikimize bir ölü
onu gömelimn atık, o diğer
ikimizi de öldürmeden
ve aşkın kuyrbanı
bir ölümüz olsun ikimizden
...

insanlar birbirine göre değil
hayata göre, ölüme göre değil
eve fgöre ruh yok aşka göre sokak
bu yaşadıklarımız ölüme göre değil

...

bu 'his' yağmurdan geliyordu
avuttuğum bu mavi his
üstüne açılan o apalı dil
yağmurdan sonra eve dönemiyordu

evine dönemeyen dil parçalı
bir bulut gibi kekemedir
siyah kasabada bir 'his'
uğruna şiir yazılsa da artık
cinayeti kim hissedebilir....

2 yorum:

ali zafer sapci dedi ki...

Resim seçimleriniz de paylaşımlarınız gibi çok etkileyici, teşekkürler.

Yazgüneşi dedi ki...

tam da "ölüm"le didişdidiş olduğum günlerde...............