28 Ocak 2010 Perşembe

preisner van den budenmayer concerto en mi mineur


Preisner Van Den Budenmayer Concerto en mi mineur
Yükleyen elisa666. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

beyaz

iz!
beyaz bir ülkeden çıkıp gelen ikiz!
lacivert çarşaflara buzdan siluetini çizen sonsuzluk
ve giz, yaklaş!
beden nerede parçalandıysa kartallar oradadır. Uykunun
beyaz kum tanecikleri gibi dağıldığı bir gün şeffaf
kanatlar seni yerden kaldıracaklar.
tuz! buzu çözen formül, kanallardan akan kar ve pus
beden nerede parçalandıysa kanatlar oradadır.
dev kanatların yalayıp geçtiği tuz çölleri,
kızgın havanın ve tuzun örttüğü, örterek çizdiği figürler,
prizmatik kuşlar, bale, beyaz değme noktaları....
kim yaşamını kurtarmaya çalıştıysa kaybedecek. Kim
kaybettiyse bulacak onu yeniden. Fezanın
lacivert bir serap gibi insanları sardığı bir gün
dağınık hafif bir uykudan kalkar gibi
teyelleyeceksin kendini.
yırtık neredeyse beyaz uyum noktaları oradadır sevgilim.
uz! yırtık bir göğün altında yaşıyor muyuz?
işyerlerini saran beyaz yası
unla kaplanan hasta yataklarını
çocukluğun kırık kollu eğitimini düşündüğümde
bana değdiğinde
o bilinmez elektrikte
seni düştüğün yerden birisi kaldırdığında
mutsuz bilincin beyaz kelebekleri savrulduğunda
savrulduğunda
şok
elektroşok
kim rezerve ranzada yattıysa bilir.
parçalar neredeyse kanatlar oradadır.
seninle geçirdiğim bütün beyaz anların toplamı bu sevgilim
kendimi bütünlemeyi beklerken diktiğim.

iz!
ikiz bir ülkeden çıkıp gelen ikiz!
lacivert çarşaflara buzdan siluetini çizen makas
ve sis, Yaklaşma!

tuz! tuz ve buz! kendinden ayrılarak akan kar ve pus!
o beyaz ülkeden çıkıp giden ikizindi
ardından gelen yağmuru dinle şimdi

ikizinle geçirdiğim bütün beyaz anların toplamı bu sevgilim
kendini bütünlemeyi beklerken diktiğim
l.m

27 Ocak 2010 Çarşamba

başkalarının derinlikleriyle oynama *

"yıllar önce, okuduğum kitaplardaki, seyrettiğim filmlerdeki yalnız insanlara özenirdim hep. yalnızlara. konuşacak kimsesi olmayanlara...

sonra hayat beni buralara getirdi. tabi ayaklarımın azımsanamayacak yardımıyla. ve artık o roman karakterlerinden biri oldum. o kitaplardaki yalnızlığı çok gösterişli bulurdum. aynı zamanda da korkutucu. kendime ''bu kadar yalnız kalınabilir mi?'' diye sorardım. ''sosyal hayvan insan, dayanabilir mi kimsesizliğe?'' ama artık biliyorum yalnızlığın korkulacak bir yanı olmadığını. tabii bunu ruh sağlığı yerinde ve içlerinde tek bir kişilik taşıyanlar için söylemiyorum. sözüm benim gibi içinde binlerce ruh taşıyanlara, uzakdoğu efsanelerindeki canavarlar gibi yedi kafalı tek bedenli insanlara. ben hep kalabalık oldum. şehrin uzağındaki bir semte giden, günün tek otobüsü kadar kalabalık. tıkış tıkış! herkesin üst üste olduğu bir otobüs kadar. dolayısıyla iyi geldi bana yalnızlık. kendime yeterince zarar veriyordum. ve bir de dünyanın vereceği zararları ortadan kaldırmanın imkanı olmadığına göre, yoklarmış gibi davranarak yalnızlığı seçmek en doğrusuydu...

yalnızlık kurşun geçirmez. dostluk, aşk, aile geçirmez. hiçbir şey geçirmez. dışarıdan sokmadığı gibi içeriden de çıkartmaz. cerahat yapar. antibiyotiğini de kendinde besler. yeter ki nerede olduğu bulunsun... ruhun nerede olduğunu düşünürüm bazen. vücudumun neresinde? sonra karar veririm. ruhum, bedenimin bittiği yere kadar..."

h.g

*ludwig wittgenstein

26 Ocak 2010 Salı

nazım hikmet

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylan
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız

biz, ey sürgünlerin nâzım'ı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

h. y

25 Ocak 2010 Pazartesi



Galactic Center of Milky Way Rises over Texas Star Party from William Castleman on Vimeo.

beş gül



sizin için tuttum beş gül getirdim sevgili,

durup dururken beş kırmızı gül getirdim, kan.

beş beyaz gül süt, beş sarı gül altın yaprak,

tuttum beş pembe gül getirdim, sevgili, tan.



başka bir el koparmış onları, benim elim

bunca korkak: bir dikmeyi bilirim, bir de

dokunmayı: tepeden tırnağa teniniz yangın

beldem, sizin için beş siyah gül parmaklarım.



kömür. toprak, temas, sahi bir de ak kâğıt,

seçtiğim kelimelerin arasında nedense mağrur,

ilerlerim karda bıraktığım izler birer ağıt,

ayırdım dikenleri: sizin için bu beş arı gül.


e.b

ve ipek ve aşk ve alev

sana böyle akmaktan çok korktuğum için
oldu her şey.
şelaleler de bu yüzden ilgilendiriyor beni.

...dünya çok üzücü bir yerdi, savaş filmlerini ve
samurayları eskisi gibi sevmiyordum.. bir boşluktan
aşağı mı bırakıyordum kendimi.. teller tenimi çizip
canımı mı yakıyo...rdu.. mutsuzluğuma mı alışıyordum
seni severken.. yoksa kan kaybından mı ölüyordum..
daha fazla parçalanacak parçam yoktu...

neyse,
sevgilim telefonun öbür ucunda ruffles yiyordu.

ben meleğimin kanatlarını kırdım,
ordan geliyorum. siz yine ikiz bardakları
kırmayın. bir deliydim, elementlerin de ruhları
olduğuna inanıyordum,

aklıma suyun intiharı geliyordu hep,
şelale deyince,
divaneliği söylüyordum.

sana böyle akmaktan çok korktuğum içindi.

şelalenin sinirini bozdum az önce
ordan geliyorum.
b.k

24 Ocak 2010 Pazar

23 Ocak 2010 Cumartesi

güne not


elma ağacının dallarında nasıl da doğal bir yüktür kar!

geçilmez deniz



-I-

ahreli bir kağıt üstüne simsiyah kapanmışım

kazırım kendimi bir secdeden, ellerimde gizli hattatlar

ve söze gelmez devrik duyarlıklarım

gözlerim -hüznün dilsiz masalcısı-

gözlerimde hiçbir dile çevrilmez intiharlar

oysa saklı hançerimi mağrur bildiniz

kendimin tenha bir yerinde vurulmuşum, yatarım

orası bir denizin gölgesidir, göremezsiniz

(bir peygamberin yanlış ayakları

intihar halinde sevişmektedir)

ölüm üzre bir akrepken menekşelenirsiniz

ve ahreli kağıtlar dürülür ferman diye

yufka ölümlerin hazin tarihleriyle

kar altında kalmış imzasız karanlıklarım

ve azgın sularda kendini arayan deniz

ben konuşmam, susarım

bu aklamaz ki sizi

katilimsiniz



-II-

katilimsiniz en azgın sularda

ellerinizde kan mürekkepleri sarhoş

ölüm nasıl bir sarmaşık ki

(deniz gören) en mağrur balkonlarda

bir gün siz de katilleri seversiniz


m.m

gül kokuyorsun



gül kokuyorsun bir de
amansız, acımasız kokuyorsun
gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun
hırçın hırçın, pembe pembe
öfkeli öfkeli gül
gül kokuyorsun nefes nefese.

gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle
sen koktukca düşümde görüyorum onu
düşümde, yani her yerde
yüzü sararmış, titriyor dudakları
şakakları ter içinde
tam alnının altında masmavi iki ateş
iki su
iki deniz bazan
bazan iki damla yaz yağmuru
mermerini emerek dağlarının
şiirler söylüyor gene
ölümünden bu yana yazdığı şiirler
kızaraktan birtakım şiirlere
büyük sular büyük gemileri sever çünkü
ve odur ki büyüklük
şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
o zaman ölünce de şiirler yazar insan
ölünce de yazdıklarını okutur elbet
ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi
yaşamanın herbir yerinde.

gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
bu koku dunyayı tutacak nerdeyse
gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün
herkes, hep bir ağızdan: gül!
ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek
saçların, alınların,göğüslerin üstüne
yüreklerin üstüne
bembeyaz kemiklerin
mezarsız ölülerin üstüne
kurumuş gözyaşlarının
titreyen kirpiklerin üstüne
kenetlenmiş çenelerin
ağarmış dudakların
unutulmus çığlıkların üstüne
kederlerin, yasların, sevinçlerin
ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek.

bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
yıllarca esecek belki
ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
göreceğiz ki
biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha
geceyi, gündüzü, yıldızları
görmemişiz hiç
tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.

öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
bu umutsuzluklari bırakın kardeşler
göreceksiniz nasıl
güller güller güller dolusu
nasıl gül kokacağız birlikte
amansız, acımasiz kokacağız
dayanılmaz kokacağız nefes nefese.


e.c

22 Ocak 2010 Cuma

uzak yakınlık

soruyordun
ilkyaz iste
uyanıp bir bahçeyi dinliyoruz
tenhalık böyle

dallar mı kırılmış, sarmaşıklar mı toz içinde
beklesem hemen gelecek olduğun
tam öyle olduğun
oysa hep yanımdasın, seninle her şey yanımda
kırık dökük de olsa yanımda
mesela cok sevdiğin bir deniz bile yanımda
o deniz ki aramızda hiç kımıldamadan
erkeğini iyi tanıyan bir kadın gibi yorgun...

yarısı yenmiş bir elmaydık bana sorarsan
ikimizdik, iki kişi değildik
bakıyorsak birlikte bakıyorduk gözlerimin içine
birlikte gözlerinin içine bakıyorduk senin
yanlıştı, doğruydu, hiç bilmiyorum
sanki bir bakıma ayrılık böyle...

karşılıklı otursak da ne zaman
masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi
bir tırnak yeşilinden gerisin geriye
ayak bileklerimizden gerisin geriye
bütün bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma
gereksiz ama yalnızlık boyle...
..."

e.c

sonrası kalır

on kalır benden geriye dokuzdan önceki on
dokuz değil on kalır
on çiçek, on güneş, on haziran
on eylül, on haziran..
on adam kalır benden, onu da
bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
on adam kalır.

ne kalır ne kalır
tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
on çizik, on çentik, on dudak izi
bir çay bardağında on dudak izi
aşklardan sevgilerden
suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
bir de bu kalır.

ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
asıl bu kalır.

on yerde adam geçse geçmese
dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm,
anlaşılır.

akşam olur, bir günden dibe çökerim
su içer,dibe çökerim
iyimser bir duvarcıyım, her gün bir tuğla
düşürürüm elimden
bu yüzden gecikirim
size bu sıkıntı kalır.

ne kalır

kahvelerde kalın kalın kayısı vakti
dişleri kesmeyenin en az kayısı vakti
dişleri hiç kesmeyenden
gün geçer, kendi kalır
kahvelerde kayısı.

gezginim, açık denizlerden yanayım
biraz da akdenizliyim, bu işte böyle kalır
akdenizli herkes konuşur duyarlığını
başka ne kalır
Biz ki bir konuşuruz geriye on şey kalır.

ben buyum, dersin, arkadaş
sevgilim, ben buyum
yüreğim vurgun, dişlerim altın
ceketim sol omzumda
vakit vakit incelen vakit.
e.c

21 Ocak 2010 Perşembe

kuyu



kimileyin dalar düşersin
çukuruna dinginliğinin,
gururlu öfkenin dipsiz uçurumuna,
ve güç bela dönersin,
üstünde kalıntıları
varlığının derinliğinde
bulduklarının.

sevgilim ne buluyorsun
kapalı kuyunda?
yosun, çamur, kaya parçaları
ne görüyorsun kör gözlerle,
kızgın ve yaralı?

sevgili bulamazsın
düştüğün kuyunun içinde
senin için yükseklerde sakladıklarımı:
bir tutam çiğli yasemin
bir öpüş ,daha derin düştüğün uçurumdan.

ürkme benden,düşme
kinin içine yeniden.
savur seni yaralamaya gelen sözümü
ve bırak uçup gitsin açık pencereden.
o söz dönüp beni yaralayacaktır
sen ona yol göstermeden,
çünkü haşin bir anla yüklüydü o
ve o an benim göğsümde silahsızlanacaktır.

gülümse bana sevinçle
ağzım yaralasa da seni.
tatlı huylu bir çoban değilim
masallardaki gibi,
ama iyi bir ormanlar adamıyım
seninle toprağı,rüzgarı ve dağ dikenlerini paylaşan.

sev beni, gülümse bana
iyi olmama yardım et.
yaralama kendini boşuboşuna,
yaralama beni çünkü yaram sende işler.




p.n

içinden doğru sevdim seni



içinden doğru sevdim seni
bakışlarından doğru sevdim de
ağzındaki ıslaklığın buğusundan
sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
beni sevdiğin gibi sevdim seni
kar bırakılmış karanlığından.
yerleştir bu sevdayı her yerine
yüzünde ter olan su damlacıklarının
kaynağına yerleştir
her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına
gül taşıyan çocuğuna yerleştir
ve omuzlarına daracık omuzlarına
üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın
tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten
bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir
ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde
saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe
alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran
yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne
yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun
kar taneleri gibi uçuşan
ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine
yerleştir bu sevdayı her yerine.
ekledim ben tattığım her şeyi denizlere
bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden
sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
sevdayı
ve köpüklendir
ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın
ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
öğrenmez ama öğretir mutluluğu
bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
biraz da herkes içindir.
ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli
var eden kendini birincisinden
yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren.
ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
tanımadığın bir ülke gibi
içinde yaşamadığın bir zaman gibi
tam kendisi gibi mutluluğun
beni bekliyorsun
ve onu bekliyorsun beni beklerken.


e.c

20 Ocak 2010 Çarşamba

günün bir yerlerinde



camların yandığı saat,
kuşkunun alev alev tutuştuğu...
ya tam sabahın yedisi
ya az çok beşi akşamın
ey benim güzel sevdalım
özlemin gerçek adı
bu bitmez kaygılar mıdır

bu yoksunluk mudur sessiz
içimizde durup duran
paslı bir çivi gibi,
bir tortu gibi ya da...
ne kadar olmaz desek
kolay kolay sökülmüyor yerinden...

suların sustuğu saat,
zamanın boşluklara süzüldüğü...
ya sabah sekize doğru
ya dokuza doğru akşam
ihanetin köpek gibi
kapımızda uluduğu saatler
ey benim güzel sevdalım
en çorak toprakta bile
mavisine bulandığım denizsin...




a.t

19 Ocak 2010 Salı

dün bir gece buldum



dün gece küstüm.
"kaybolmak kolaysa uzaklıklar niye var,
insan niye uzak başkalarında kendinden bile yakını arar?"
dün gece tuzaktım,seni öteki aradı.
seni arayan ötekine de küstüm.
dün gece bir daha kimseye küsmemek için
yalnızlığımın yanına taşındım,küçük bir fener gibi
kendinden daha uzak kimsesi olmayana,
dün gece küçüktüm,senin bile kalbini gördüm.
"ben bir beyaz avcıyım,aşkımdır benim avım"
şarkısını son kez duydum kendimden,geri çekildim.
geri çekildiğim ormandan da çekildim,avcıyı terkettim.
dün gece iyimserdim,hiç kimsem yoktu.

hiç kuşkum yoktu hiç kimsemin olmadığından
dün gece yoktum üzülmesin diye artık
beni anlamadığı için her şeyim olan.
dün gece lütfen kendine iyi bakmanı diledim.

dün gece bencildim,belki bana da iyi bakarsın!

h.e

love



"what is it that makes a person great, admired by creation, well pleasing in the eyes of god? what is it that makes a person strong, stronger than the whole world; what is it that makes him weak, weaker than a child? what is it that makes a person unwavering, more unwavering than a rock; what is it that makes him soft, softer than wax?
it is love!

what is it that is older than everything? it is love.
what is it that outlives everything? it is love.
what is it that cannot be taken but itself takes all? it is love.
what is it that cannot be given but itself gives all? it is love.
what is it that perseveres when everything falls away? it is love.
what is it that comforts when all comfort fails? it is love.
what is it that endures when everything is changed? it is love.
what is it that remains when the imperfect is abolished? it is love.
what is it that witnesses when prophecy is silent? it is love.
what is it that does not cease when the vision ends? it is love.
what is it that sheds light when the dark saying ends? it is love.
what is it that gives blessing to the abundance of the gift? it is love.
what is it that gives pith to the angel's words? it is love.
what is it that makes the widow's gift an abundance? it is love.
what is it that turns the words of the simple person into wisdom? it is love.
what is it that is never changed even though everything is changed? it is love;

and that alone is love, that which never becomes something else."

s.k

18 Ocak 2010 Pazartesi

Le Badinage - Marin Marais.

karda izler


karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün
bir uçurum kıyısında vursunlar beni ki dünya
uğuldayıp duran bir uçurum değil miydi zaten

karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün

adımı yazıyorum kar üstüne ve ıslığını çığlık
gibi incelterek yetişiyor ardımdaki tipi bana
siliyor adımı bir dal kırarak çam ormanından

geçmişim kar sessizliğiyle özetleniyor artık
anılarım buz tutmuştur aşklarım kar yangını
ömrüm parmak uçlarımda eriyen bir kar tanesi

karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün

kar yağıyorken milyon bekerel hüzün yağıyordur
derim ki kar ve hüzün bir aşkın seyir defteridir
yolculuklar ve ayrılıklarla anlatılabilir ancak

karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün
bir uçurum kıyısında vursunlar beni,vursunlar
bir kahkahayla çekip giderim karlı ovalardan

şairler vurulmalıdır,hayat yakışmıyor onlara

a.t

hatıralarımı yazma


yine bir duman çöktü sokağa, kent tutuştu
bütün sığınaklarda seni arıyorum, nerdesin
aklıma dökülen hatıralar hattında bir yangın
bir çarpraz ateş başlıyor, newroz diyor birileri
dün bir demirciydim oysa ben, ufku eritirdim
bugünse ateş altındayım,
hatıralarımı yazma


bir rüya görüyorsun, terlemişsin sırılsıklam
vurulup düştüğüme inanmak istemiyorsun
bir kente girişin provası oluyor oysa ölümüm
reis yok, bir misillemedir bütün hatıralarım
yalnız yıkık bir duvar var karşıda,
ve bir kadının cesedi üstünde
uçuşup duruyor takvim yaprakları

seni bekliyorum orda, meydan saatinin altında
bir James Dean filmine gideceğiz gelirsen
cehennem hızıyla çarparken mutsuzluğun çelik zırhına
soluk soluğa yaşanacak tüm imkansızlıklar
boyle olmalıydı ve oldu işte diyecek oğlum
babamsa bir ağıta benzeyecek, küllerimi avuçlarken

bütün köprüleri dinamitledim ve geldim işte
bir kente girmemiz nasıl gerekiyorsa öyle
apansız çıkmalısın karşıma
ki unutulmuş bir haykırış olmalı dünyaya
seninle her karşılaşmamız

mağlubuz. durmadan kazanan bu hayat
basit bir üçkağıtçı sadece, bir sahtekar
beşbenzemezle rest çekiyorum
ama o biliyor bunu ve çekiliyor oyundan, yokum diyor
dün bir demirciydim oysa ben, ufku eritirdim
bugünse ateş altındayım, hatıralarımı yazma

hatıralarımı yazma, tarih sanıyor birileri


a.t

16 Ocak 2010 Cumartesi

...taş parçaları...


ankara 2

halimi anlatacak sözler yazamam artık

bu kavruk mektuba

rüzgardan yan yatmış otlar koydum

gerisini sen anla.

ankara

kekliğinim, boynumda bir siyah halka.


b.k

taş parçaları XVII.

omurgamı aldın benim.
omurgamı aldın.
omurgamı aldın.
omurgamı.

niye?

b.k

taş parçaları XXXX.

sözde kalır sevgilim
sözde kalır bütün sözler
aşk çünkü, aşk çünkü kendine
bir yol, bir ideoloji ister.

bilirim, çöl rüzgârında çalıdır bazı yaşlar.
sen sevgilim ilerde, biraz daha ilerde
bir tarihe başlayacaksın, orası işte
benim tarihimle başlar.

ve say, geriye doğru, tek tek
sende kalsın şimdi al bu taşlar.

b.k

taş parçaları XXXIV.

birini seviyorsan onu öldürme! demek kolay
oysa her âşık önce kendine sonra yanındakine cellat.
ve aşkta ölümün bir anlamı vardır, görklü kılınan
bozulsun diye im
her ateş önce yanını yoklar sevgilim.

bundan böyle ne vakit bir yangından artakalan
isle kararmış bir şair gölgesi görsen
başıboş, duran, susan, içinden yanan:
ya da bir kızkardeş, ağlayan kekliğine,
uzak ve göğsüne klarnet sesiyle dolaşan.
b.k

taş parçaları XXXIII.

fazla insansın sen sevgilim fazla insan
bir barbarım ben oysa, bir hayvan
dilim bağışlamaktan söz eder benim
seninki adalet ve intikam.

söylemeye gerek var mı sevgilim
söylemeye gerek var mı şimdi
yetiştirdiğim en iyi nişancı vurdu beni
klimanjaro' nun karları sevgilim
klimanjaro' nun karları
innnniiiiiyor aşağı.

b.k

taş parçaları XXXII.

ömrü gurbette geçenler gibiydim senin yanında
duymadın mı, çok söyledim?
o uzun gurbette,
ben senin "adalet" diye diye nasıl unufak olduğunu
gördüm.
göre göre, duya duya,
yine de bigâne olarak her şeye.

bilmedin ki; ben senin gurbetinde delirmemek için
kalbimin aklıyla ördüğüm bir yıldızlı kubbede
yaşadım.

tecellinin içinde ecel durur sevgilim, görmedin mi?

adaletin içinde bir zalim oturur.

b.k

taş parçaları XXX.

ömrümü adadımdı.
elimden aldığın ve parçaladığın şey bu!
adaletin adını neden anmıyorsun burada da?
o yüzden büyük yaram
o yüzden büyük öfkem
o yüzden dinmiyor
içimde hepsi, hınca hınç.

hıncahıııııııııııınnnnnç.

b.k

taş parçaları XXVII.

gözlerimde bir çita oturuyor birazdan deppppp
parrrrrrrrrrrrrrrrrr.

içimdeki çilekeş fuji' yi tırmanıyor sana
eski bir mektuptan gözlerime yağma
dünyanın bütün neonları yanıyor sönüyor
ve bir fotoğraf iki jiletle paramparça.

bir su aygırı kadar yaralıyım dünyadan
anlıyor musun?
içimde uzağa bakan bir zürafa var
hayat orda burda her yerde kaynıyor.


birazdan öleceğim, içeceğim su nerde?

b.k

taş parçaları XXXIII.

ne sanıyorsun?
ne sanıyorsun?
benim olan artık
senin de kaderin:

dağbaşı,
oradaki yaralı ıssızlık.

b.k

taş parçaları XXII.

günler öylece kendi kendine geçsin diye
bir camın arkasında durdum
bana dokunmasın hiçbir şey
hiçbir şey yarama merhem olmasın
iyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye
bir camın arkasında durup
akan hayata ve zaman baktım.

bilirdim, biliyordum, biliyorum,
bittiğinde, geçtiğinde,
azaldığında sızı, iyileştiğimde,
o saman tadıyla karıştığında;
her şey daha acı olacak.

b.k

taş parçaları XXI.

ah benim sesimle
söylesem de, inanmazlar
benzemiyor çünkü bir dile.

döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
döndüğüm bu sema sensin. dönnnnnnnnn
düğüm.

sen benim kara ömrüme vuran
suyumu harelendiren sevincimdin.


b.k

taş parçaları XVIII.

en acısını sevgilim en acısını
tadayım istedin:

en acısı buydu.

b.k

taş parçaları XXXI.

katlanan, insanın birbirine yapışan yaralarından
bir yuva inşa etmektir aşk da, varla yok arasından
ve ahşabı kemiren de ahşaba dahildir,
değil dışarıdan.
beyhude insanın yuva arayışı ama
yine de yuva arar insan.

dışarısı sevgilim, dışarısı senin
kendini sürekli kaçak kılacağın yollardan başka nedir?
yollar ki hep gider, hep yatay.
ah ben bu kubbe fikrine o yüzden
takılmışım; kubbe ki yüzseksen derece bir şey,
büyük bir arzuyla mümkün.
gayret' in bildiğimiz ve unuttuğumuz anlamıyla örülen.

b.k

taş parçaları XII.

şimdi bir masaldan bir peri
sessizce dinlesin beni,
alsın yorgun başımı

alsın cümlemi
usulca kalbine koysun.

benim cümle taşıyacak halim
yooooooğğğğğğğ.

b.k

taş parçaları XIV.

büyük keder içerirmiş, gördüm, anladım
etten geçip aşka varanın sevgisi.
bunun yanında sevgilim bunun yanında
etin ihaneti, kısaca
hiçbir şeydir.


b.k

taş parçaları XV.

ben başka bir şey olmak istememmm
istemedim başka şey.

sabırla sevgilim sabırla
acılarımız eşitlensin bu şehirde
diye diye.
bu şehirde etten geçip kalbe erişene
dek sabırla. tek, sabırla.

kaç kişi var bu şehirde
ruhunu sana kubbe,
kubbeeeeeeeeeeeeeeeee
etmiş!

b.k

taş parçaları XIII.

darmadağınım.
darmadağğğnıııımmmm ve
hepsi burada; aprın çor tigin
haşim, kadı burhaneddin
hepsi burada, kör, topal, haşin
bağğğğrrrrıyorlar:
bırak soğusun,
bırrrak soğusssuuun
bırak soğusun parçaların
tekrar bitiştiğinde
başka bir şey olacaksın

b.k

taş parçaları X.

ey duymayan insanı,
ey hayat dedikleri büyük kusur.
...

ey kimselere değişmediğim
ayrılığın neden bunca ağır?

hani adalet?
bir kasım' dan öteki kasım' a
bir yanım kör bir yanım sağır.

b.k

taş parçaları XI.

acı çekerken de adil ol, diyor bana.
adil ol. sen değil misin inanan
hayatın büyük bir kader olduğuna,
kaderi yönlendirmek bile o büyük kader' in
içindedir filllllllllllan.
o yüzden şimdi adil ol.
sus. söyleme böyle şeyler! adil ol.

inanmıyorsun değil mi?
beni bilmediğim bir dünyaya attı,
diyyyyyyyorum.

diyorum ki,
sözde kalır her şey. sözzzzzzzzde kalıyor.
bir de bana adil ol, diyorsun.


b.k

taş parçaları IX.

beni bilmediğim bir dünyaya attı...

bir cümlem yok, darrrrğğmadaaaaaaanıım, bundan.

bir düşümüz vardı, "birlikte yaşamak" koymuştuk adını,
çok acıyor, belki bundan. Aşkî bir cümle mi bekliyorsun benden.
beklemeeeeeeee.
mutfakta reçel yapan iki kadın. Kırmızı biberleri filan.
rüzgâr alan biraz tepe bir yer. Bakınca, iki yandan
uffffffffffffuk filan.
dünya yuvarlak değil de hafif elipsmiş gibi.
kaldı ki iki kadın, dünyanın yuvarlağını zaten anlamayan.
böyle. kendime inandığım gibi inanmıştım ona da.
aşk olanın ötesinde bir aşktan söz etmek, aaaaaaah
bir inançtı desem.
bu kadar dağılmam kendimi şimdi
bu dünyaya fırlatılmış gibi hissetmem, bundan.
ne söylememi bekliyorsun
hava aldıkça sızlayan bir diş var içimde.
susmam bundan, konuşmam bundan.
ben zaten o ilk acıyla ölmediğimde çok gücenmiştim hayata.
insan olmuştum ilk o zaman.
ya da bozmuşlardı ben yenidoğandan.
kendimi acıya teslim ettiğimde hatırladım,
ölünmüyordu, hatırladım.
ölünmüyoooooorrrrrrrrrrrdu.


b.k

taş parçaları VIII.

kırdımsa ben o yalan mekânı kırdım
çıksın diye ortaya
çırrrrrrrıııllçıpplaaaaaaak:

sen benim yuvamsın
yuvanım ben senin.

b.k

taş parçaları VII.

dünya ne ki sevgilim?
benim sana yaptığım kubbe yanında.
düşsün, olsun, bırak,
içinde yıldızlar patlıyor.
kolaydır inanmak kadar inanmamak da.
ister sal kendini dünyaya, ister kal yanımda
her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni
yoluna baş koymak diyoruz
biz barbarlar buna.


b.k

taş parçaları V.

yanmamı bekleme benden
ben ne çok yandım, biliyorsun.
yanamam ben yanamam
yanamam küllerim uçuyor.
rüyamda sapladığın jiletler etimde
kanamıyor acımıyor.
acımıyor
bu dünya buz, bu buzzzzz
zzzzzzzzzzzda
hiçbir şey acımıyor.

bunlar yalan,
yalan söylediklerim
yalan söylediklerin
bunlar ancak dünyaya yakışıyor.

küldüm ben zaten
küldüm zaten küldüm zaaaateeeen
kalmışsa eğer
külün içinde şimdi insanım
uyanıyor.

dünya görsün şimdi.
bembeyazzzz
dünyaaaaaaaaaaaa
yoluna baş koyup buzzzdaaaaaaa
kan kusanı.


b.k

taş parçaları II.

içerde tıkanan çığlık dışarda inliyor
sabaha karşı
uyku kabul etmiyor beni
dışardan bir yerden uzuuuuunnnnuzun
bir inilti kopuyor.
içimde zulümün duvarları.
uykuuuuuuuu
alsana beni koynuna.

kalktığımda,
banyoya seyirttiğimde gözümden sesler boşanıyor.
içerde,
sonra bu sessizce akan yaşlar senin, diyor. İçimin duvarlarında
bu taşlar oturuyor,
çıkaramadığım bir ses var, benden onu çıkarıyor,
taşın sessizliğinde:
kalın, ilkel, boşluğa doğru, gecenin kovuğundan
dışşşşarı doğğğruuuu:

seni bu yalan dünyaya saldıııııııııııımmmmmmmmmmmm sonunda
acıyor çoooooookkkkkkkkkkkkk,

b.k

taş parçaları III.

madem arkandan ağlamamı bile çok gördün bana
al bu taşlar senin olsun... O halde ve bundan böyle
bütün davullar vursun, telleri kopsun sazların
boşluğa bağırsınlar, birlikte;
kan kusacağız.
kan kusacağız.
madem dünya bunca zalim
madem yakışmıyor kalbimize.

bütün davullar gümlesin
boşluktan gelen, boşluğu dolduranı
boşluğa böğüreni
vursunnnn.

bak! nasıl kan kusuyor külde uyuyan
dünya görsün.

b.k

15 Ocak 2010 Cuma

öylesine - jehan barbur

58.


çarpıklıklarımı, ve, onların içinde, sanki hiçbir başka şey gerektirmeyen kendiliğimi düşünürken, şöyle yazmışım:-

"bu senin için ne anlama gelirse gelsin, senin gelip beni bulman, ile, benim seni yıllar yılı beklemiş olmam, hem bu kendiğiliğin; hem de o çarpıklığın, kanıtı: sen olarak sen; ben olarak ben -- biz..."

ilişkinin güzelliği, ve, yakıcılığı da burada.


o.a

oteki mithosu

göze alırsanız eğer
kırılır
dağılır aynadan
sandığınız resimler
sözcükler kalır geriye
cam kırıklarına saklanmış
az ışıklı odalarda sözcükler
ayna: anlam ve görüntü için sırlanmış kiler
bulur çıkarırsınız bir yerlerden
daha bulurken kararırsınız
çok önce öğrenmiştiniz: bedel
ödenir ve kalır geriye
gerekenler

sonra bir gün
sizin için bir gün
tehlikesiz, eski bir harita gibi
uyuttuğunuz aynaların tozunu silerken
elinize batar
bir zamanlar yaranızı kanatmış sözcükler
olaylar silinmiş, adlar unutulmuş, belirsiz bir geometride
yerini bir türlü bulamaz kişiler, ilişkiler
yalnızca bir duygu
dipdiri bir acı çok eski tarihli bir çağrışıma eşlik eder
bu nedir ki, yıllar sonra, telâşsız bir gün, ömrümüzün durulmuş
bir mevsiminde, içinizin kazınmış yerlerinden
ölümcül bir ağrı ansızın geri teper

eğilip bakarsınız aynaya
siz çoktan gitmişsiniz
yerinizde sözcükler
böyle zamanlarda sözcükler
bütün bir hayatın yerine ikâme eder



m.m

ashes and snow





gregory colbert "ashes and snow"


http://www.ashesandsnow.org/

14 Ocak 2010 Perşembe

bir yürüyüşün sonunda şarkı


gökyüzü ilk kez benim, çünkü yukarıya
kaldırınca parmağımı değecek kadar yakın

deniz benim, ilk kez benim, sularını ayaklarımla
köpürtecek, sesini dolduracak kadar avuçlarıma

rüzgâr ilk kez, sözcükler ilk kez benim, yelelerine
tutunup da uçacak kadar, uçuracak kadar yüreğimi

bir yürüyüşün sonunda uç veren kanatlarla
acıyı silebilirim, yazıldıkça alnına çocukların

bir adımda geçebilirim kentin ıssızlığından
göğün, rüzgârın, denizin coşkulu kalabalığına

ilk kez benim, ilk kez soluğunu elimde
bir bayrak gibi tutuyorum,
bir daha bırakmamak üzere

k.ö

13 Ocak 2010 Çarşamba

geldim

oraya geldim -
oradan gittim:
öylesine yakındık ki.

dalından kopardığım yeşil elmanın
iki yarısı değil
hepsini yediğin kendisi gibi.

içinden geçtiğimiz kokulu karanlığı
delip geçen parlak ışığım gibi.

koyu yeşillikler içindeki evin
gözümüze çarpıveren
sarı sıcak penceresi gibi.

ayaklarımızın altında kıpırdanan
serin denizin parıltıları gibi.

öylesine yakınız ki
oraya geldim -
orada olacağım.

yorgun musun?
yattın mı?

uyu -
düşünme beni.



o.a

sen

en güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
en güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
düşmanımdır ikisi..
sana gelince...
yazıyorsun..
okuyorum..
kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
ne yazık!..
ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
en güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
biri sensin,
biri o,
biri ötekisi...
kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
sana gelince...
ne ben Sezarım,
ne de sen Brütüssün...
ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..


artık seninle biz,
düşman bile değiliz...



n.h.r

12 Ocak 2010 Salı

l'envers et l'endroit

"basitlik sözcüğünün tehlikeli bir niteliği var. ve ben bu gece yaşamın belirli bir saydamlığı karşısında artık hiçbir şeyin önemi kalmadığı için ölmek istenebilmesini anlıyorum. bir insan acı çeker, mutsuzluk üzerine mutsuzluğa uğrar; katlanır bütün bunlara,yazgısını benimser, iyice yerleşir içine. saygı görür. sonra bir akşam, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir dostuna rastlar. dostu biraz dalgın konusur onunla. evine dönünce adam kendini öldürür. sonra gizli dertlerden, dramdan söz edilir. hayır... ille de bir neden gerekirse dostu onunla dalgın konuştuğu için öldürmüştür adam kendini. böyle işte. dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğumda onun basitliği şaşırtır beni. ilkeleri büyük şeyler icin saklamalı, küçük şeylere acıma duygusu yeter. dişi kedi yavrularını besleyemiyordu. yavrular birer birer ölüyordu. ölü kokusu sidik kokusuna karışıyordu. o zaman bu düşkünlüğün ortasına oturdum; bu çürüme kokusunu içime çeke çeke. bu gece bana doğru gelen şey, bir çocukluğun görüntüsüyse, ondan alabileceğim aşk ve yoksulluk dersine nasıl kucak açmam? bu saat evetle hayır arasinda bir aralık, bir duraklama olduğuna göre, yaşama umudunu ya da yaşama tiksintisini başka saatlere bırakıyorum..."
...evet, her şey basit. insanlar karıştırıyor işleri. masal anlatmasınlar bize. ölüm mahkûmu için 'topluma borcunu ödeyecek,' demesinler, 'kafası kesilecek,' desinler. hiç önemli değilmiş gibi görünüyor. ama ufak bir ayrım var arada. hem sonra, yazgılarının gözünün içine bakmayı yeğ tutan insanlar da vardır.

a.c