29 Ocak 2011 Cumartesi

seni hep gökyüzünün önünde düşünürüm...


rüzgar camları tıkırdatıyor, kırık bir panjurun simetrik sesi çınlıyor vadide... ayaklarımı uzatıyorum terasın duvarına, insan hiç anlamını bilmediği şarkılarda ne çok hayat öğreniyor. sevgili kırlangıç diye başlayan mektuplar posta kutularında... üşüteceksin diyor içeriden bir ses, sarındığım battaniyeye bırakırken soluğumu. yorgunum, hastalıktan kırılırken yaşamı pause tuşuna basıp durdurmuşum gibi, sanki ağır çekim uçuyor kuşlar havada, sanki su bardağa dolarken daha bir yavaş akıyor, rüzgarın yavaşlığından kararsız yapraklar... telefon yok, televizyon yok, internet yok, ısıtıcının sesini saymazsak, alamadıkları tek şey sessizlik...


elimdeki kitap göğsüme kapanırken ben bir şiirde gidiyorum, düşlerime, sana ve hayata... gözlerim kapanırken gecenin mavisi sarıyor dünyayı, soğuğu unutursak, yazdan çalmış rengini.bak ellerim hala sımsıcak, bazı şeyler var ki durdurulamıyor. ille de isyankar yüreklerimiz.



"kuşun gözleri

kapanıyor

uykuya dalıyor ağacın üstünde

ağacının üstünde.

orman değişiyor

rüyasında

ve derinleşiyor, bayram havasında.

sessiz olan ay

yükseliyor.



küçük kuş ötüyor

yorgun.

tüm ormanda tek yaprak

kımıldamıyor.

uzaktan duyuluyor, uzakta

yıldızların korosu."


orada öylece dururken ve beklerken ve bilemezken, gece sana bırakıyor beni, gökyüzünün tüm kuşları bende kanat çırpıyor.

28 Ocak 2011 Cuma

göçmen çiçek





(tıklayıp & dinleyin)



bedeninin bir noktasından dalıp

yüreğini bulabilirim

geceyse, başlar yastığa düşerse

ve yorgunsa yüzün

yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip

kandiller gibi başucuna koyabilirim..

ey bütün tufanların ardında

bulduğum dinginlik!

göçmen çiçeği dünyanın

kökleri ardısıra sürükleyen çılgınlık!

madem ki yaşam bu

madem ki taşın taş olmaktan öte

bir umarı yok

bir türkü söyle kadınım

yürüsün dünyaya mutluluk...


a.e

24 Ocak 2011 Pazartesi

i always wanted to be tenenbaum


hazır gece inmeden, dönmeden düşlerin öte yanına, başka bir kapı da olabilmek için...


( tıklayınca açılır youtube'nin kapısı) 

"yara açıktır ve hep içerlere işler. hayatı senin gibi görmeyenlere anlatsan dinlemezler. dinleseler inanmazlar. ”biz böyle görmüyoruz senin ruhun hasta” derler. kendin gibi birini bulana kadar hastasındır…! "
dönüp kurtardınız mı düşlerinizi?

ses



uyandım ki ses içinde kalmışım


yüzüm gözüm ağzım burnum ellerim

aralanan deniz kapısının sesi bu

silkelenen güneş tavuğunun sesi

diş rengindeki halatın gıcırdayan sesi

ağaç biçimindeki ses borusunun,

yarınki buğdayın, devinen kemiğin,

tarihsel bileğin, direncin sesi bu

oynaşan arabanın, kucaklaşan atların.

baktım güneşte soğumuş karanfil gibi mavi

bir yapı işçisinin kulağındaki kalem gibi güzel

yağmurda ıslanmış namlu gibi yeğin

serçe kanadı değmiş çamaşır ipi gibi esrik

okul bahçesinde dolaşan güvercinler gibi

kıyıda öpülen dudak, yağmurda öpülen dudak gibi

gölgelere sokulan yüksüz dakikalar gibi

kutsal oyuncaklar gibi.

m.c.a

gözlerinizi kapattığınız zaman dünya yok olmuyor öyle degil mi?

23 Ocak 2011 Pazar

e s a r i n t u l ... o m d p c f b v h g j q z y x k w




(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)


öğleden sonra, pazar... yağmur ısrarla yağıyor geceden beri, koca tekir kedi yatıyor yatağın başucunda.arada kuşların seslerine kulak kabartıp, gözlerini dikiyor cama, ne düşünüyor acaba demeden umursamazca geri dönüyor uykusuna. az sonra titriyor kuyruğu, tuhaf bir avlanma sesi mırıldanıyor, kedim rüya görüyor ve asla kovalayamayacağı kuşlar pençesinin içinde, o uykuya kıvrılmışken.... yaşayamadığı bir an' a nasıl ortak olur insan...




“gerçekler etrafınızı sardığında, tek sığınağınız hayal gücünüzdür." der bir filmde, o film bu film değil. hepimizin çocukluk deyip kaçındığımız şey düşlerimiz değil mi. nereden geliyor yaşamın anlamı, kim nerede, nasıl buluyor el yordamıyla, hep aydınlık değil ki sokaklar, biz de demirden değiliz üstelik.çocukluğumuz peri masallarına inanmadığımızdan mı bitiyor sahi.
 oysa yaşam bizi kandırsın isteriz değil mi, isteriz ki yaşamımız bir sihirbazın elindeymişcesine olağan ve gündelik olandan, hiçkimsenin sahip olamadığı tek, eşsiz, muhteşem birşeye dönüşsün. bulamamışcasına bir sihirbazın en iyi hilesini kandırılmak isteriz. puffff!  

bir pazar günü durup bakarken kendi yaşamımıza, ah yaşamı ağır çekim seyrederken, beynimizde yavaş çalışmayı becerebilir mi acaba, bir kez olsun bizden hızlı koşmadan ve düşürmeden bizi elinden durdum duruyorum, ve s-u  i-s-t-i-y-o-r-u-m mesajını düşürebilir mi mesaj kutumuza.




bir kedi.... yağmuru seyrediyor ve düşleri var, uykusunda kaçıp gidiyor duvarların dışına değil sadece kendinin de dışına. yaşamın anlamı insanların yarattığı birşey olabilir mi sahiden, 62 den tavşan değil, bir kirpi çıkabilir mi istersem. düşlerim nereye taşır beni, kendime böylesi hapsolmuşken. bazı filmler var, bazı durumlar, çaresizlikle, çıkmazlarla yaşanan kaçışları gördükçe, çaresiz olmadığımız halde  göremediğimiz rüyaları anlatan. can we bring back the old days again? diyor şarkıda, rüzgar yüzüme yağmur tanelerini vuruyor.  bir kedi gibi kapatıp camı dönüyorum koltuğa, yağmur camlara vuruyor unutturmamak için kendini, oysa uyandığımızda hep yarım yamalak rüyalarımız. nedir diyorum, nedir?
mesela bir gün mezar taşında ismim olmasın istesem, içinde olmadığım bir ten nedir ki, mezarlarımız bizim mi, bizden sonra kalanlar için mi giderken... " i fell into the ocean" diye başlıyor başa aldığım şarkı, ben düşlerimin rotasını geriye sarıyorum, deprofundis filmi düşüyor aklıma, üstelik bu film, o film değil.

21 Ocak 2011 Cuma

tonight we had change of the moon


"etrafımız ışıkla doluyor, gecenin gölgeleri ve hayaletleri, ağaçlar ve çalılar hala çiçekli ve bir kadının gözleri,  aşk ile dolu..." diyor yarısında yakaladığım şarkıda... ardından sibylle, tonight when I came home from work, hurt... diyor, şarabın bir damlası usulca düşüyor üstümdekine, endişelenmiyorum hayat diyorum...  tonight we had change of the moon diye sürüyor şarkı, perdelerin arasından bakarken ay... televizyondaki belgesele takılıyor gözüm, ay dünyadan günbegün  uzaklaşıyormuş. nereye gidiyorsun diyorum, dudaklarım kımıldamıyor. yaz geceleri sadece cırcır böcekleri konuşurken, gölgeleri yaratan mum yarısında. şu aklı saçlarına tutunup uçan gölge benim diyorum, tutuyorum gölgemin elini, duvarlarda kaybolmak için, sönmeden mum.



"geceleri,

sararan otların üzerine uzanıp

bir açıkhava sineması seyrettim

gökteki yıldızlardan

ve altını çizdiğim cümlelerle konuşturdum onları

uzaktan bir çağlayanın sesi karışıyordu

yıldızların mırıltılarına."

c.ç

20 Ocak 2011 Perşembe

like attracts like



( tıklayınca açılır youtube'nin kapısı )


telefon hala çalıyordu. ahizeyi kaldırıp, 'alo, ben kimim?' diye yanıtladım.

"alo, ben kimim" dedim. bu tuhaf sorumun karşı taraftaki kişinin üstünde yaratacağı etkiyi düşünerek gülümsedim. o andan itibaren, ahizeyi kaldırmak artık sıradan bir konuşmayı gerçekleştirmek için değil, tıpkı eski hacıların delphi'ye yaptığı gibi peygamberlere özgü ve macera dolu bir keşif yolculuğunu başlatacak, tapınağın tabanındaki yarıklardan yavaşça yükselen buhar kadar gizemli ve pythia ile görüşmek gibi baştan çıkarıcı bir macera olacaktı.

diğerleri sensin diye bağıran birine ne söylenebilirdi....
"alo, ben kimim" dedim. ben kimim, hattın diğer ucunda daima kendilerini bulacaklarını anlayan kişiler, böyle sorarlar!

" sen yaralısın, öyle dolusun ki, neredeyse taşma noktasındasın. ilerlemene izin ver , hafifliğin etkili olmasına ve algının diğer bölgelerine ilerlemesine izin ver."

"uyanık ve tetikte olan bir kişi, kararlılık ve sahte güvenlik kabuğu altında, hep aynı yaranın, hep aynı kederin gizlendiğini bilir ve ayrıca yara iyleşinceye ve izi kapanıncaya kadar müdahele etmekten  ve tedevi etmekten başka hiçbir yol olmadığını da bilir. kaçıp uzaklaşmaya çalışsa, bir münzevi gibi mağaraya çekilse, ya da bir keşiş gibi bir manastıra kapansa ve hertürlü telefondan ya da dünyayla olan bağlantılarından  uzaklşasa bile o yara, koruduğunu sandığı kabuk, onun hazırlıksız olduğunu yüzüne vurmak için, acı verir biçimde geri gelecektir. fakat sen, tüm sıradan insanlar gibi, artık o acıyı hissetmiyorsun, ya da hiçbirşey yokmuş gibi davranıyorsun."

sahi unuttuğum söz nedir?, inanmak görmek midir?
telefon hala çalıyordu. ahizeyi kaldırıp, 'alo, ben kimim?' diye yanıtladım.

18 Ocak 2011 Salı

love... thy will be done


...
 
benim ruhum nehirler kadar derin!

kızıl kısraklar gibi üstümden geçeceksin!



arı bir sessizlik duruyor

şiddetimizin armaları arasındaki uzaklıkta

gövdenin demir çekirdeği

kalkan teninin altında

sana okunaksız bana saydam giz

içindeki uğultunun izini sürüyorum

bir açıklığa taşıyorum ele vermez yerlerini

harabeler diriliyor

heykeller tamamlanıyor

kendi kehanetinden büyülenmiş gözlerimin önünde

başka çağlara gidip geliyoruz

aşk tanrısı için

seviştiğimiz ve uyuduğumuz sahillerde

aşkın kaplan ve yılan düğümüyle



öpüyorum seni boynundaki yaradan

iniyorum kaynağına

aydınlanmamış yanların ışığa çıkıyor

dokunuşlarımın parıltısında

düğümlü mendilin, gümüş zincirin

sımsıkı mühürlendiğin bütün kilitler

çözülüyor avuçlarımda



tılsım tamamlanıyor

ortaçağ kentlerinden geçiyoruz dönüşte

indiğim kaynakların mezhep değiştiriyor

zamanın ve uzamın kilitlendiği kara kutuda benim kelimelerim

tılsım tamamlanıyor

dudaklarımdan sızan erkek sütünün kara büyüsüyle

sevgilim, oluyorsun

uyuyor ve yıkanıyoruz ay ışığında

bakıyorum güneş iniyor yüzünün alacakaranlığına

...
m.m

16 Ocak 2011 Pazar

i'm calling you



bir ucu bir kuyuda kaybolan rüzgârlı bir şosede


bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatimiz yalnayak

yüzü saçlarıyla örtülü kavuşma saatimizin

bir de ağır yürüyor ki deli olmak işten değil

bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak

15 Ocak 2011 Cumartesi

...



çömlekçinin balçığa biçim verişi


gibi senin kokuna kimyon eklemek istedim

diyor l.m





bizimse,aynı buhurdanlığın içinde birbirine karıştı kokularımız,
ayrılmaz...
tarçın, manolya, mavi....

when he spoke my name

(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)

mimes in love

denizine geldim senin
kendimi seninle değişmek için...








koyması gibi insanın elini, kendi elinin üstüne...
ki,
herşey değişir, sana sonsuz sarıldığımda.

14 Ocak 2011 Cuma






yağıyor incecik bir yağmur dışarda

yüzün çamurlar üstünde tüten buhur

ıslak toprak kokusu

doluyor odama

sıkılıyorum

kitapların üstüme yıkılacağından

korkuyorum şimdi

yel esiyor

söküyor duvardaki bir resmi

yerine senin yüzünü koyuyor.



yüzün şimdi karşımda

yüzün akşam karanlığında

toprağın üstüne bırakılmış

bir demet çicek gibi parlıyor..



o zaman açıyorum

bütün perdeleri

o zaman yakıyorum

bütün ışıkları

camları darmadağın ediyorum

yüzünü avuçlarıma alıyorum

alnını öpüyorum

dünyayı öper gibi...


a.e

11 Ocak 2011 Salı

geceye not





(tıklayınca açılır youtubenin kapısı)


yıldızlara bak yıldızım;

ah gökyüzü olaydım da

sana binlerce gözle bakaydım

p.



çocukluğundan beri, kitapları gizli bir kardeşlik bağının işaretleri olarak görmüştü


"belki bu insanlar da kendilerini otların üzerine bırakmak ve kurbağaların sesine uymak ve bir kadının boyu kadar bir toprağa sahip olmak ve orada gerçekten uyumak ve korkmamak istiyorlardı. ve yine de büyük bir ülkeydi burası, herkese yetecek kadar şey vardı. kadınlar vardı, toprak vardı, para vardı. ama hiç kimse yeteri kadarına sahip değildi bunların, hiç kimse ne kadar şeyi olursa olsun bir an durmuyordu; ve tarlalar, bağlar ulusal parklar gibiydi, istasyonlarda görülenlere benzer çiçek tarhları, ya da kavrulmuş boş topraklar, dökme demirden dağlar. burası insanın yerleşip de başını dinleyeceği ve başkalarına 'iyi ya da kötü buradayım. bırakın, iyi ya da kötü burada huzur içinde yaşayayım' diyebileceği bir ülke değildi. beni korkutan da buydu."

c.p

...




sözünde mavi olmayana okyanus sorulur mu



* kes


birden resmi görünce hatırlayıverdim, öylesine....


akşamın, çocuklar








böylece yüzüne bir dal çizerim

güzün uçurtması kuşlarla

konuşurken çakıl taşlarına vurur

sesinde suyun zamanı…

zaman, suyun kalbindeki çocuklar.

bak, daralan ölçülerde bir şey var

büyüyen anlamlarda çoşkulu uyum

farklı bir hatıra,

o yeşil küpelerle baktığında

sırmalı düş aynalara…

bildin mi onu?

geceleri kar altında büyür

ağlar hep mavinin yazgısına

seni ilk o renkte gördüm ben,

batmış gemi armalarında, kartpostallar
böylece gökten yüzüne küs düşer

utançtan kızaran üç elma

olgun bir üzümdür mesela konuşsan

sussan bir narın ilkgençliği

kararan pazarlarda hamaldı çocuklar

bak sezilen duyguda bir şey var

meşeden fıçılarda saklanıyor konyak

böylece bir bakmışsın sarnıçlarda

akşamları ağırlayan çocuklar

küçücük bir ricadır!

ne olur bir on gün kadar elin elimde kal.



gülerek yüzüme bakarken

tedirgin oluşum umurumda değil

karakollar değil, borsa tatilleri, aşk şiirleri

tüm çizgilerde hastalıklı bir yan

boşver, dudaklarınla göğsüme mızıka çal



kıskanmalar yan flüt alınganlığım keman

bak, kayalıklarda hırçın kıpırdanışlar var

kandillerin altında susamlı bir uyku

yani beşbin yıl kadar yüzün yüzümde kal

gemilerde karanlığı ezber eden akşamdır çocuklar

senin o karanlıktan birkaç yıl alacağın var.

o.c

10 Ocak 2011 Pazartesi

sende yaşamak





(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)







bilseler sende genişlediğimi ellerim yıldızlanır

tenimin öpücükten şarkıları çoğalır
içimden öyle gelir, avuçlarında saklanırım
bir gökyüzü alırım, bir gökyüzü daha
buluşmalarımız dağ çiçekleri olur.

solan yolculukların o inciten korkusu
bir elinde gürültüsü kentlerin, oldukça sinsi
ve oldukça boğucu. yüzünde duman,
ve gümüşten çizgiler, aşk düşürür ansızın,
düşlerin dağılır, uzanır ay'a.

sevildikçe çizilen haritanın çınar ağacı,
bacaklarından başlayan o deli sular,
kuytunda sakladığın durmadan açan çiçek
bir renk denizi; ama bana kadar. kuşlar
sevinir buna, dağlar açılır; sana çıkarım.

vurmak isterler belki yalan bir yalnızlıkla
kanım taşar, gözlerim çoğalır dilimdeki acıyla,
kim bilmez ki, her günümüzde bir tuzak
ve kirli armağanlar, sonra kırık bir düğme,
şarabın kaybolan tadı, onun sakladığı zaman.
ama sen iste, canlansın ölü askerler, bitsin,
bir ömrün bıçakla yazılan küflü gecesi.

koyulaşır uykusu dünyanın, aşk bir daha başlatır seni
çizilir kıyıların, denizin dolar sana, kanım sevinir.

v.ç

9 Ocak 2011 Pazar

" kuşlar toplanmış göçüyorlar ; keşke yalnız bunun için sevseydim seni "




ölüm mü,

bir gölün dibinde durgun uykudasın


denizler?

tanrılar karıştırır durur denizleri.

c.s

gri puslu pazar, fincanın üstünden sabah ayazına çıktığımızda
ağzımızda oluşan buğunun aynısı oluşuyor.fincana bakıyorum,dumanın kıvrılan nehirlere benzeyen hareketine, çok az insanın hatırladıklarını hatırlıyorum. sadece önemsediklerimiz hatırlanmaya değer bulduklarımız, tarihler,insanlar, olaylar...  sanki bunun dışında bütün hayat bizden ayrı, koparılmış. sanki sevdiğimiz manolyanın kokusu olmasa yaşayamayız, oysa bazılarının umrunda değil manolya. elime bulaşıyor gazetenin mürekkebi, fincanın sapı ısınmıyor, kahveye rağmen. bulaşıyor hayat bize, ordan burdan içimize sızıyor, intihar tutkusu bile sevememekten yaşamı, ızdırabını taşıyamamaktan geliyor. tarihe takılan gözlerim beni başka bir zamana taşıyor. dokuz ocak bindokuzyüzdoksan, ben henüz çocukluktan çıkmamışım.daha hiç uyumamışım kendi odamdan başka yerde, hiç kafama esip biryere gitmemişim. bilmiyorum ki ne demek aşk, bilmiyorum ki insan neden bir yabancıda arar ruhunun cemalini. annem o eski şarkıları söylerken, neden hiç konuşmaz bilmiyorum. okuyorum ama, koca bir kütüphanede, bütün dünyayı gezerek satırların arasında, kah  kaohsiung da iniyorum gemilerden, kah aconcagua da ayaklarım donuyor, hep bu kitaplar yüzünden. bu evin ucu  tutulamayan dünyası, babamın bizi taşıdığı tatillerle, nergis hanımın anlatımlarıyla köşe bucak geziyoruz dünyayı.  dokuz ocak bindokuzyüzdoksan, kaç sene önce diye düşündüm bir an.o gün çocuk sayılan ben, bugün koskoca kadınım, oysa değişmiyor, bunca hayata rağmen gözlerimin doluluğu.
 şair cemal süreya öldü, bugün gazetelerde yok adı.  acaba o günde şilepler  köpürterek geçiyor muydu boğazı, umursamaz insanların duyamadıkları hayatın sesleri arasından.


*görseli google görsel aramasından mavimelek den aldım.

sunday morning



sana yağmur diyorum ıslaklığım bundan.

yağ da ıslanalım, ama uslanmayalım,

uslanmayalım!



gün, vursun yükünü gecenin hırkasına;

yol, vursun sesini uzaklığın pasına,

sesime kibrit çaksan tutuşacağım…

sargısızım,

çoğalırım,

çoğaldıkça arsızım!



sana yağmur diyorum…



en haklı aşk,

alkışsız sürebilendir

ve en haklı kavganın öznesi,

ölmemek için dövüşürken de ölebilendir…

y.o

8 Ocak 2011 Cumartesi

...



hangi yıldızlardan düşüp birbirimizi bulduk biz

geceye not




( tıklayınca açılır youtube'nin kapısı )
"
" ...seni ne zamandır derin bir tutku, sarsıcı bir ihtiras, büyük bir aşkla seviyorum. seni eksilmeyen bir arzu, yaşlanmayan bir yenilik, ölümsüz bir şiddetle seviyorum. seni hiç sönmeyen bir ateş, hep uğuldayan bir vadi, dinmeyen bir yara, susmayan bir nehir, bütün zamanlarda esen bir rüzgar gibi seviyorum. aramızda milyarlarca yıl ışık hızı uzaklık da olsa, aramızda gezegenler, gökadalar, kara delikler de olsa, aramızda yaşayan ya da ölü milyarlarca yıldızın ışığı ya da evrenin uçsuz ve dilsiz karanlığı, sonsuz sessizliği de olsa seviyorum."

m.m

güne not


sabahın serinliği içeri dolarken  kirpiklerimin arasında görüyorum gözlerini...
sesinse sıcak mevsimlerden bir rüzgar gibi yüzümde duruyor, perdeler başka bir rüzgara yenik.
gördüğüm rüya sabahla bitiyor, ben başka bir rüyaya açıyorum gözlerimi...
ne diyor s.b,
 " göğsümün içinde bir ateş yuvarlaksın
 dönüyor, beni yakıyorsun"



6 Ocak 2011 Perşembe

derinde kör balık mavisi





gün kendini saklarken maviden siyaha, okuduğumuz bu işte. yaşamı algıladığım yerdeyim, kokusunu duyduğum yerde, öyle bir yerdeyim ki, duvarları yıkabilirim, dağları aşabilirim, durup istediğim renk görebilirim yeryüzünü kirpiklerimin arasından. uzaklardan duyuluyor yağmurun, karın, müziğin sesi, bir cizgi film seyrediyorum, güzelliğine hayran, çocuk olmak nasıl bişey hatırlayıveriyorum, beş yaşında gibi kıkırdamak mümkün, cadılardan nefret etmekte. maviden siyaha geçiyor gün, sesini duyuyorum, gülen, destekleyen, seven sesini, yıkılmaz kulelerin duvarları diyorum, sağlamız bu hayatta.


...




her şeyi suyun yüzü olduğunu mavinin güneşe karıştığı yerde

başka mavilerle birleştiğini suyun

ısındığı yerde



unuttum yokoldu onlar dip suları ısınmaz artık

bir yerde herşey bitti mavide yaşıyoruz



ben derin deniz balıklarının yüzüşünde kör dalgın

maviyle çarpıştığımız mavileştiğim balıklaştığı

körlüğümüzün aydınlandığı

yerde.


b.k

kediler


öğleden sonranın kış güneşine yenilen kedi, ne güzelsin sen böyle....



(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)



kedilere benzeyebilseydik keşke. öyle diyesim geliyor sık sık, bu son

yıllarda. yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi. Bir şey bekliyorlarsa bir

deliğin başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç. bildikleri bir

yerde bildikleri bir iş görülürken, her gün seyrettikleri, kendilerince

katıldıkları (anlayamadığımız, bakarak da bir işe katılınabilirliğidir) o işe

sanki ilk kez bakacaklarmış gibi, uyuklamakta oldukları yerden kalkmağa

üşenmeden gidip seyrederler yapılanları... uykularının hangi katındalarsa, o

katın uykusunu yaşarlar.


bizlerse, uydurduğumuz bir zamanla övünürken, her işimizi, her sözümüzü o

zamanın akışı içinde ötede, ileride, gelecekte varılacak, bir noktaya varmak

üzere yapılıyor ya da söyleniyor görürken, yapmakta, söylemekte olduğumuz şeyi

unutuveriyoruz. bir ereğe yönelerek, bir erkek düşüne kapılarak giderken,

sonraları -biz göçtükten sonra- yaşamımız, daha da ileri vararak, yazgımız adı

verilecek bir dizi anın her birinin biricikliğini, değiştirilemezliğini,

yerine konmazlığını şuncacık olsun farketmiyoruz. (bu yaşamın bölük pörçük

birkaç anısı bir iki yakınımızın belleğinde kalabilir ya, bunların bir

süreklilik, bir anlamlılık taşımış olabileceklerini bilecek tek kişi

-kendimiz- yokluğa karışmış gitmiştir artık). "farketmiyoruz" dedim, meğer ki

gerçekten sonumuza yaklaşmış olalım. yanılmıyorsam, kimimiz (yolun oralarında)

anlayıp öğreniyor kimi şeyi: susup dinlemeği örneğin... yaptığı, gördüğü,

işittiği her şeyin ağırlığını bir yerlerinde duymağı; bir çocuk gülüşünün, bir

güneş sızıntısının, bir gözyaşının avuçtaki yuvarlıklığını, ferahlatıcı

serinliğini, sayısızlığını ya da sayıya gelmezliğini; mutluluğun, acıyı,

sevinci art arda ayırım yapmaksızın yaşamak olabileceğini... hele biraz

yaşlanılmışsa, görülen, işitilen, tadılan her şeye, geçmiş yaşantıların da

gelip desteklik, yastıklık edebileceğini...



ama kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi.

b.k







think blue



(tıklayınca açılır youtube'nin kapısı)




ben sevince yeryüzü arınır


yüzüme vurur gölgesi

yüreğim aşkla beslenen başaktır

açılır

soymak ister kabuğundan bedeni

s.b

40.



hani, karabatakların yanından güneşe doğru gidilen kıyı var ya, bugün orada yürüdüm -kayalığın yanından geçerken, akasyanın üstünden, yukarı doğru, denizden bir martı, kıpırtısız, geldi, uçup geçti.


imbat esiyordu, gene-
o.a

la luna e il falo



"ey perdenin aralığından gözlediğim dünya

kalıyor acılı ve güzel toprağında

 izim

daha dün yakılmış


"bir şenlik ateşinin

çukuru gibi." * "



yine de sen varsın, iyi ki varsın yanımda



 "boş pencereden,



çocuk, diri ve koyu tepeye bakarak,


ve şaşırırdı,

tepeleri, üst üste yığılmış görmekten.

belirsiz ve berrak devinimsizlik!

karanlıkta hışırdayan yapraklar arasında tepeler belirirdi,

orada güne ait her şey,

kıyılar ve ağaçlar,

ve üzüm bağları apacık ölüydü!

ve yaşam başka bir yaşamdı.

rüzgardan, gökyüzünden, yapraklardan,

ve hiçlikten.''


c.p



ben bazen öyle kızıyorum ki, yakıp yıkmak istiyorum, taş taş üstünde kalmasın istiyorum, amaç ne, hedef ne anlayamadığım hırslar silsilesi, dünya ne tuhaf insanları yaratıyor beraberinde ve nasılda yoğuruyor bizi kendiyle. geceleri yürüyorum karanlıklarda, korkmuyorum benim olmayan gölgelerden, karanlıktan korkuyorum, gözlerim göremezse ışığı diye. korkmuyorum rüzgarın fısıltısından da, bağır çağır anlatışından da kendini, rüzgarı dinlemeyi çok önce öğrendim.ve korkmuyorum sokak köpeklerinden, insanlardan daha ustalar çünkü yürekteki iyiliği hissetmekte.  ama korkuyorum insanların katran yüreklerinden, o yürekle nasıl sevgi dolu bakabildiklerinden o yüreklerle çıktıkları yollardan korkuyorum. sonra sen sevgilim, sonra sevdiklerim, bir bir yüzünüz düşüyor aklıma, aydınlanması gibi gecenin ateş böcekleriyle...  korkuyor karanlıklar sizden ve sapanla patlatılmış tüm sokak ışıkları yerine takılıyor, bu dünya istemesek de kötü, çirkin, hain, bilmeyenler yüzünden. bu dünya bize rağmen, aşka, dostluğa, seviye rağmen, bak işte kötü, hain ve çirkin, geceleri aldanma şehrin parlayan ışıklarına.

yalnızca yüreğine güven.

5 Ocak 2011 Çarşamba

eski bakır


şiir yitir beni diye biter, üstelik şair başka bir şiirinde "uçurumsudur arayan insan.
yetinmez bulduğu ve olduğuyla.." der. ben yine de inanırım masallara, rüyaların gerçeliğine, hayata inanırım aynı anda, gülme sakın. bir gece yarısı fısıldayan yağmura, buluta, ay'a inanırım. rüzgarın uçurduğu yanından geçerken kimsenin önemsemediği çam dikenlerine inanırım mesela.bir de rüzgarda uçuşurken saçlarımız senin omuzlarımı tuttuğuna.


(tıklayın ve youtube de bulun kendinizi)




bir çığlığın içinde yakalıyorum seni

kaç kez istanbulsu,

parıldayan, ışıtan, yakan bir alev gibi.

üstünde uzun, pis, yalnız sokakların yağmuru..

odaların, merhabaların, gülücüklerin sıkıntısı

tramvayların, vapurların sıkıntısı

yitmiş aşkların, yitecek aşkların

aynı vazoların, aynı öğütlerin, aynı yasakların sıkıntısı.

yakalıyorum, öpüyorum, avutuyorum.

karanlık etini kemiriyor,

vaktimiz kısa,

düşlerimizi kolluyorlar durmadan

durmadan kovuşturuyorlar

mendilimi ıslatıp alnına koyduğum

suyundan içtiğimiz hayat çeşmeyi,

yalnız geceler boyu uzanan kadını bakırlarda

durmadan horluyorlar

geyiğim, saklım benim

bakma arkana, ne olur, aldırma

onulmazlığımızdan büyük yapılar kurduk

horlandıkça aşkımız, derya.

vaktimiz kısa,

karıncalara, rüzgarlara, sulara dokunmak

uyanan toprakları bilmek gerekiyor.

ormanlar görmüş dolunayın tılsımını

ağlamayı unutmadan

dövüşmeyi bilmek

tırnaklarınla tutunmayı bilmek gerekiyor

sağılandığımızı, kollandığımızı bilmek gerekiyor



kapa tunç, kapılarını gece

soğuktan, kırgın, parasız milyon kişi.

geyiğim, saklım benim,

ölüm dayanmadan kapıya

sev, öp, yitir beni



*özlem,pencerenin buğusunda oluşarak aşağı doğru süzülen damladır







camların buğularına adını yazıyorum demiştin, cam buğularına adının üzerine adımı yazıyorum. ikimizin de çocukluğu üzerindeydi. gülüyorduk buğudan kalplere bakanlar on yaşında oyuna doyamayan iki çocuk görüyorlardı bizde. hemen sonrasında devam etmiştin, adım adının üzerine akıyor,kavuşması gibi yağmurun toprağa. tıpkı benim sana gelişim gibi,durdurulamaz ve silinemez biçimde demiştin.  ben derkenarlara yürek konduruyordum ikimizi hapsettiğim, buğularda adın adıma karışıyordu.

y.


*oruç aruoba

innocent when you dream


hazır yağmur durmadan yağarken, ve geçmemişken üzerimizden yılbaşının tozu....

4 Ocak 2011 Salı

senin bir yönün var orda durur yaşarım


"daracık boş zamanlarımda durup sokakları düşünürüm

deniz kıyılarına inen ufak tefek sokakları



gökyüzünün kalkıp dudaklarıma bir değmesi var

oysa kapılar var duvarlar var perdeler var"
 
t.u

3 Ocak 2011 Pazartesi

büyülü dağ











"kabuğuna kazıdım,


öyle çok sevgi sözcüğünü ki...



ve tüm dalları hışırdıyordu

beni çağırırcasına...”


t.m

did I need to place my heart in the palm of your hand...



"i can feel the emptiness inside me fade and disappear there's a feeling of content that now you are here i feel satisfied , i belong inside your velvet heaven"