31 Aralık 2010 Cuma
zorba
"biz dev bir ağacın ufacık bir yaprağı üzerindeki küçük küçük kurtçuklarız zorba.bu küçük yaprak bizim yer yuvarlağımızdır,ötekilerde gecenin içinde sallandıklarını gördüğün yıldızlardır.biz küçücük yaprağımızın üzerinde sürünüyor ve onu hırsla araştırıyoruz,kokluyoruz.bize güzel kokuyor ya da kötü kokuyor.tadına bakıyoruz,yenilebilir buluyoruz.vuruyoruz,sanki canlı birşeymiş gibi çığlıklar atıyor.en korkusuz olan insanlar yaprağın ucuna kadar varıyorlar,bu uçtan gözlerimizle kulaklarımız açık olduğu halde kaosa eğiliyoruz.ürperiyoruz.altımızda ki korkunç uçurumu görüyor,dev ağacın öteki yapraklarının çıkardığı gürültüyü uzaktan uzağa duyuyor,özsuyun köklerinden yükselip yüreğimizi kabarttığını kavrıyoruz.böyle bir uçuruma eğilmiş bir halde de bütün bedenimiz ve bütün ruhumuzla korkunun içimizi kapladığını anlıyoruz.o andan sonra artık -şey- başlar..."
durdum demek istiyordum ki:o andan sonra artık şiir başlar. ama zorba anlamayacaktı.sustum.o hırsla sordu:"ne başlar?"
"...büyük tehlike başlar zorba,bazılarının başı dönüp sayıklar,bazıları korkup yüreklerini sağlamlaştıracak bir karşılık bulmak için çırpınır ve buna tanrı derler;bazıları da yaprağın kenarında uçuruma sakin sakin korkusuzca şöyle der-hoşuma gidiyor."
k.
durdum demek istiyordum ki:o andan sonra artık şiir başlar. ama zorba anlamayacaktı.sustum.o hırsla sordu:"ne başlar?"
"...büyük tehlike başlar zorba,bazılarının başı dönüp sayıklar,bazıları korkup yüreklerini sağlamlaştıracak bir karşılık bulmak için çırpınır ve buna tanrı derler;bazıları da yaprağın kenarında uçuruma sakin sakin korkusuzca şöyle der-hoşuma gidiyor."
k.
30 Aralık 2010 Perşembe
düşe benzersin
seninle düşler güzel, tuz güzel,
nisan güneşinde deniz kıyısında
saçlarının biçimini alan gölgeler,
ve ekmeğin rengi seninle güzel
senden öğrendim uçurumların
görgüsünü, denizin ölçüsünü;
sana benzer denizin hırçınlığı
uçurumların sabah çiyi
elma kabuğunun kokusu oyle
güzel ki, buğusu ekmeğin, mavinin
deliliği; hepsi seninle güzel
yosunlu kapıların kilidi bile
düşe benzersin iyiye yorulan
yağmurun bereketi, ışığın bolluğu
gibisin; yüreğim seninle özgür,
seninle güzel ağaca inen serçe
anladım ki çimen taş rüzgar
seninle güzel; güze gömülen kuş,
fesleğenin serseri kokusu,
seninle güzel tırmandığım yokuş
a.a
mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir
geceleri çimenlerin üzerine uzanınca
ve parlak bir yıldıza gözümü dikip, bütün gece ona bakınca, kendimi gökyüzüne düşmüş gibi hissediyorum.
ruhum..
hiç ihtiyacım yokmuş gibi, duran bedenimden kilometrelerce uzaklaşıyor..
28 Aralık 2010 Salı
27 Aralık 2010 Pazartesi
portakal
(tıklayın & dinleyin)
" nasıl paylaşıyorlar güneşi dostça
portakal agaçlarında portakallar?"
*yapması kolay, bardaktan çıkarması kolay, sevdiklerimizle yemenin zevki, paha biçilemez...
cam buğularının her yerine, her yerine adını yazdım...
(tıklayıp & dinleyin)
♥
gökyüzü bir çocuk resmi
çağla yeşili ve pespembe
cam buğularının her yerine adını yazdım
pamuk yumuşaklığında deniz
güneş sıcaklığında aşkımız
cam buğularının her yerine adını yazdım
sokaklara, apartman girişlerine
kapılara, market çıkışlarına yazdım
ama ♥ sen sorumlusun
duraklara, kaldırım taşlarına
defterlere, satır başlarına yazdım
ama ♥ sen sorumlusun
bir avuç yıldız gökyüzünde
ayışığı da benden hediye
cam buğularının her yerine adını yazdım
alabildiğine yaşama sevinci
verebildiğine kırılgan sevgi
cam buğularının her yerine adını yazdım
pencerelere, bütün aynalara
gazetelerin ilan sayfalarına yazdım
ama ♥ sen sorumlusun
denizde, kıyıda, bütün kumlara
rüzgârda uçuşan yapraklara yazdım
ama ♥ sen sorumlusun
yolda kirlenmiş araba camlarına
yeni boyanmış beyaz duvarlara yazdım
ama ♥ sen sorumlusun
b.o
26 Aralık 2010 Pazar
35.
(tıklayın & dinleyin)
çok garip bir yanı çıkar ortaya ilişkinin, kişilerden biri - hele, ikisi birden! - hastalanınca : buna 'bakım' denir.
(ingilizce'nin ilginç bir anlam bağlantısı, care sözcüğüne hem 'birisine bakmak', hem de 'birisi için tasalanmak/ birisinin kişi için önem taşıması' giderek 'birisini sevmek' anlamlarını yüklemesi. -heidegger de almanca sorge sözcüğünden benzer anlamlar çıkarır - en azından, 'hastaya bakma' anlamı vardır sorgen ' de(: "fürsorge")...
türkçe ise, inanılmaz bir bağlantı kuruyor, ' hastaya bakma' edimiyle : kişinin 'gözü üzerinde olur hep 'baktığının' (: 'yoğunbakım'...); 'birisine bakmak' da, onun için - iyileşmesi için - neler gerekiyorsa, onları ona yapmaktır (: 'hastabakıcı'!).)
- sen de, gidip biryerlerden ıhlamur çiçekleri almışsın : berbat nezleli / gripli burnumla - nasıl olduysa - kokusunu aldım; masanın üstüne, açığa - başka bir işe yaramayacak bir ' armağan ' kabının içine - bir tutam, bir demet koydun - ortalarına da kış başında canlı tutmaya çalıştığımız ama küçücük meyveleri dallarından boynuna dökülen biber'in attıklarından süsleme yapmayı da unutmadın:
-şimdi burada duruyorlar - siyah, sarı, kırmızı - senin elinden....
o.a
37.
"birisine bağımlı olmak, onu bağımlı kılmanın bir biçimi olabilir " demiştim sana (bir başkasıyla ilgili olarak); sen epey sonra ," sana tutuluyorum" diyerek,sana söylediğim bu sözü anımsattın. "istediğin kadar tutul ve tutun bana" dedim ben de sana--
'aşk'-'tutkunluk'-'sevgi' :bunları çok iyi ayırdetmeliyiz, ilişkimiz içinde:
'aşk' ile 'sevgi' üzerine birşeyler yazdım biraz önce; şimdi , şu 'tutkun' olma'ya gelelim:--
'tutkun'uz tabii ki--
ben sana; sen bana -- ama, bak, türkçe neleri açıkediyor:-
'tutacağız' biribirimizi--
'tutunacağız' biribirimize--
'tutkuluyuz' biribirimize--
o.a
24 Aralık 2010 Cuma
"çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. yiten bu işte."
(tıklayın & dinleyin)
"insan çok sevdiğine dokunmak ister. dokunmak, sevgiyle yapılınca çok güzeldir!"
babam korna çalıp beni arabaya çağırınca, bütün cesaretimi toplayıp selene döndüm, " bunları açıklamanıza hiç gerek yok, hepimiz yetişkin insanlarız " dedim. sesimde bir kafa tutma, küstahlık, ama alttan akan bir çaresizlik ve ağlama isteği vardı. üstelik söylediklerimin tam olarak ne anlama geldiğini de bilmiyordum.annemle babam tartışmaları sırasında, annem sık sık babama böyle söylerdi. selen gülümsedi.
"ben pek yetişkin sayılmam " nilsu. belki de yetişkin olmayı hiçbir zaman öğrenemeyeceğim..."
bana sarılmak ister gibi yaklaştı, ama tepkimden çekiniyordu.
"dokunmak çirkin değildir, ancak sevdiğine dokunabilir insan..."
çok duygulanmıştı. karanlık sonbahar gecesinde, aramızda yalnızca ikimizin görebildiği incecik bir duygu seli olmuştu. sanrırım bende duygulanmıştım. ona sarılmak istediğimi sanıyorum. ama bunun yerine en sert sesimle; "bu görüşünüze katılmıyorum, dokunmadan da sevmek olasıdır" dediğimi duyarak irkildim. halbuki bunu demek istemiyordum! söylediklerimiz, düşündüklerimizin zıttı olduğunda, konuşan yüreğimiz değil midir? oysa selen, daha ilk karşılaşmamızda yüreğimi görmüştü. ürkekçe elini uzattı.
" iyi geceler nilsu" dedi..."
kitabın kapağına tarih düşmüşüm, y. 7.10.94 / cuma, ankara / dost kitapevi...
kitabın ilk açtığım sayfası 236... ilk altını çizdiğim satırları hep mor bir kalemle çizerim ben, sonrası bambaşka bir hikayedir... o ilk gördüğüm cümle, kitapla ilişkimi belirler hep ve belki de hayatla...
" pek az kadınla - erkek birbirlerinin ruhlarını, bedenlerinden önce çırılçıplak görebilir. pek çoğu da, ruh kısmını çıplak olarak göremez; hiçbir zaman...
23 Aralık 2010 Perşembe
özler'im - ama o'nu... o'dur özlediğ'im -
(tıklayıp & dinleyin)
man's love follows many faces,
my love only one face knoweth ;
towards thee only my love floweth,
and outstrips the swift stream's paces.
were this love well here displayed,
as flame flameth 'neath thin jade
love should glow through these my phrases
p.
nehir manzarası
(tıklayın & dinleyin)
bırak sökük kalsın rüzgâr, bu zırdeli düşün içinde
gerçeğin ne anlamı var.
biz bu zırdeli düşün içinde kavrulmuş kurumuş iki fıstık gibi
yatalım uyuyalım uyanalım kalkalım
değil mi ki, bir yere kilitlenmiş
bir küçük iyiliktir aşk,
değil mi ki, billurdan bir yalan dünya
bırak ersin o tamama
gel bak tepeden bir nehir manzarası
göstereceğim sana.
b.k
sabah
( tıklayın & dinleyin)
haydi bak güneş ışıyor
ardıçlar arasından yeni bir türküye
başlıyor dünya
22 Aralık 2010 Çarşamba
onun dünyasına aşina olmayanlar, rüya görmediği için üzülen bu oyunbaz çocuğun aslında alacalı düşler kadar renkli bir âlemde yaşadığını nereden bilebilirlerdi?"
(tıklayın &dinleyin)
ve sabah nazlı bir yaprak gibi salınıyordu perdelerin arasında, oynak gün ışığının muzurluğu teninde... saçlarımı toplayıp sırtımın örtüsü olmaktan kurtardım, bir kedi gibi gerindim. istanbul güneşi ilkbahardan çalarken kış ortasında, kokuna karışıyordu sabah, sen kokuma karışmıştın. şilepler kimleri kavuşturuyor, neleri birleştiriyordu düşleyiverdim. kahveyi yaparken parmağıma sıçradı tek bir damla su, seni özledim....
the story
( tıklayın & dinleyin)
göğün bütün mavisini toplayıp gözlerine, bana bakıyordu. güneş tutuluyordu, ay tutuluyordu, insanlar iyiydiler, insanlar kötü... göğün bütün mavisini toplayıp gözlerine bana bakıyordu... huzurlu nehirlerin ahenkli akışı sesinde, kayalar eskimiyordu.benimsin, dedi... asırlık bir ağaç değil, kaya değil, yumuşak bir veriş hareketi, kendiliğinden gelendi. sadece benimsin dedi.
sanki hiçbir şey uyaramaz
içimizdeki sessizliği
ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey
gözleri getirin gözleri.
başka değil, anlaşıyoruz böylece
yaprağın daha bir yaprağa değdiği
o kadar yakın, o kadar uysal
elleri getirin elleri
diyorum, bir şeye karşı komaktır günümüzde aşk
birleşip salıverelim iki tek gölgeyi.
e.c
21 Aralık 2010 Salı
şeb- i yelda' ya not...
( tıklayın & dinleyin)
eve dönerken yolda arıyorum seni, benden önce konuşmaya başlıyor sesin. kelimeler devrilirken birbirinin üstüne, aynı şeye baktığımızı biliyoruz. büyülenmiş gibi bulmak birbirini bu diyorum, ay benimle koşuyor ağaçların arasında, ay tutuyor elimi, sürüyor yüzünü yüzüme. ay nasıl bu kadar... aşk gibi diyorsun, gülüyorum, keyifsiz bir gün, en aydınlık sabahmış gibi aydınlanıyor, yaprakların arasında ayak seslerini duyuyorum. çekiyorum sağa, kapıyı kilitlemeyi umursamadan indiğim yolda, ay suyun üstünde yükseliyor değişirken rengi.
şimdi
tam da zamanı kusursuz bir gece inerken üstümüze..
ay
senden mi çaldı ışığını, gözlerin düşüyor denize.
* postu yolda yazıp, resimleri yolda telefonla çeken y., yollarda...
... sabah bilgisi
sabah bilgisini öğrendim sonunda
seninle uyanmaktı, uyanıp gözgöze
geldiğimiz anda perdenin hafif bir
rüzgarla açılıp günışığının yüzüne
yansımasıydı: çılgın günışığının
a.t
Etiketler:
... sabah bilgisi,
ahmet telli,
nidâ,
photo by phil hilfiker
20 Aralık 2010 Pazartesi
denizin beklediği
seni sevmek mor denizlerdi biraz
ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen
seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz
seni sevmek yaşamın aşılmaz büyüklüğü
seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
ve sığınıp ılık kıyı kentlerinde biraz akşam
seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü
varılırdı daha saydam günlere isteseler
isteseler yalnızlık giremezdi evlere
seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
ve uçacak durmadan adasız denizlere
kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
sana verdim geç diye bütün denizlerimi
ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen
seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz
seni sevmek yaşamın aşılmaz büyüklüğü
seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
ve sığınıp ılık kıyı kentlerinde biraz akşam
seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü
varılırdı daha saydam günlere isteseler
isteseler yalnızlık giremezdi evlere
seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
ve uçacak durmadan adasız denizlere
kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
sana verdim geç diye bütün denizlerimi
a.t
17 Aralık 2010 Cuma
an
(tıklayın & dinleyin)
kusursuz bir gün
şimdi
tam da zamanı
duydunuz mu rüzgarın sesini, maviyi sadece gece için kapatırken bulutlar
burnumuzda mis gibi kahvenin kokusu
"ve sen boynunu öperken beni sarhoş
bir okyanusla titreten hayat
sevgilim olur musun.
ben savaşarak senin
bulanık saçlarından tutup
kibirli güzelliğini çıkartıyorum ortaya
dünya
kirletilmez bir inatla dönüyor
altımıza yıldızlar seriliyor
yüzüm suya davranıyor koşaraktan.
ve inzal."
güne not
(tıklayın & dinleyin)
puzzle
(tıklayın & dinleyin)
onu tanıyınca anladım,yeryüzünde herkesin bir parçası kayıptı, ve bazılarımız o kayıp parça uğruna bütün tamamlanmışlığına rağmen yarım, kalabalıklara rağmen yanlız, bütün ritmlere rağmen sağır olabiliyordu ve o eşsiz parça bulunamadığı sürece sürgün göçebeydik ve huzursuzduk. bulamadıkça, bulunamadıkça eksiliyorduk, eskiyorduk binalar gibi. onu tanıyınca anladım, bulmak istediğim sadece eksik parçam değildi, bende ki ucu kırık parçanın sahibini de arıyordum. elimde mürdüm bir parça, deliriyordum.
" parçaları kaybolmuş puzzle gibi artık insanlar. der c.p kiminin kalbi, kiminin ruhu, kiminin beyni yok." oysa herşeyim vardı benim tek eksiğim sendin, sen gelince tamamlandı içim, huzursuzluğumun rüzgarı dindi, duydum yeryüzünün gökyüzünün gerçek sesini. uzatıp elimi gördüm ışığının rengini.
gökyüzü alabildiğine
mavi.
♥
tıpkı şarkıdaki gibi
you saw me standing alone
without a dream in my heart
without a love of my own
blue moon
16 Aralık 2010 Perşembe
güne not
bir omzuna almış sanki gökyüzünü
dudakları masmavi alsace lorrain
yüzü cermenlerin en eski hüznü
hölderlin bakıyor sisli gözlerinden
ellerini şöyle okşayacak oldum
duydum nabzının gök gürültüsünü
a.i
a.i
34.
aradın, ama ben doğru- dürüst konuşamadım -- "etrafında birileri mi var ?" diye sordun-- doğru bildin.
çünkü konuşma biçimim, senin ile benim, yanyana, başbaşa olduğumuzdaki biçim değildi.
ilişkide öyle olur biliyorsun: gerçek, sahici, som bir ilişki oluşuyorsa iki kişi arasında , her birinin konuşma biçimi de ona uygun hale gelir: gerçek , shici, som olur o da; başka hiçkimseyle konulmadıklarını bir biçimde, ama tam da kendi oldukları biçimde, konuşmağa başlar kişiler, birbirleriyle - dilin, yalnızca anlamını, ya da ' göstergeler düzeneği' ni (!) değil,biçimini bile belirlemeye başlar ilişki.
hele, kişilerden biri ( bazen ikisi birden ), zor konuşan, zorlukla konuşan kişi(ler)se, ilişkinin ilerleyen aşamalarında, dillerine ket vuran, onu yapmacıklı kılan herşey bir kenara atılmış olacağından, bülbül kesilir(ler)!...
senin sahici, içten sesini, kulağıma birşeyler fısıdarken, işitmek,--
,o thou to whom belong
the hearths of lovers! -- i beseech thee bless
thy suppliant singer and his wandering word
e.e.c
epithalamion 3, tulips & chimneys (1922)
o.a
"paldır küldür;yavaşça"
" nasıl oldu da hepsini verebildin bana?" diye sordun, sana yaşamımın en önemli şeylerini teslim ettiğimde - sonra da, güzel bir deyimleme de buldun, bunu yapabilmiş olmamı nitelemek için : " paldır küldür; yavaşça" dedin, benim için.
doğruydu.
ilişki ancak öyle kurulabilirdi : "paldır küldür" ; hiçbirşey düşünmeden - hiçbirşeyi öndüşünmeden - , hesaplamadan, girişmek birşeye - ama, ' yavaşça '; kararlılıkla, dikkatlice, özenle..
ya da, ters taraftan: o ' yavaşçalık ' ( yoksa sessizce mi demiştin? ) uzun yıllar sürmüş bir - zorunlu - birikimin sonucu; o ' paldır küldürlük ' de, verilmiş anlık bir - kesin - karardı - ancak öyle....
öyle olabilirdi ancak...
o.a
15 Aralık 2010 Çarşamba
tu es partout car tu es dans mon coeur
(tıklayın & dinleyin)
“ ruhum,
ilhan berk köprüden geçiyor duyuyor musun?
bir serçe yavaş yavaş uçuyor
bir balık başını suyun yüzüne çıkarmış bakıyor
düştü düşecek dalından bir yaprak.”
ve bu şarkının enfes bir anlamı var...
de gülüm
(tıklayıp & dinleyin)
♪♥
herşey bir cümle, bir kelime bazen, "eriyen kar gibiyim ellerinde "
♪♥
de gülüm! de ki: ela bir günde geleceğim
istanbul darmadağın olacak, saçlarım
darmadağın. hepsi, darmadağın!
üzülme gülüm! toparlanacağız, birlikte,
ayağa da kalkacagız, yürüyeceğiz de gülüm
hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!
de gülüm! de ki: bitmiştir umut, bitmiştir
sevgi, bitmiştir güven!
güven bana gülüm!
sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır
hasretten-hakikaten-ten
değiştiren yüzüm!
göreceksin gülüm! bekle!
hırslarımız, acılarımız
gitgide ihanetlere
hainlere, ezilmelere alışacak..
göreceksin-sevinçten
ağlayacaksın gülüm-ki
işte o vakit
bana-doğrudur!-
şair olmak, seni sevmek pek
çok yakışacak!
bak! şiirler var, mektuplar
var, çocuklar var,
sokaklar var, kediler!
inan bana gülüm, ölüm yok
bir tek! ölüm yok bize!
ölüm inananlar için sessizce
kara kaplı kitaplardan çıkartılacak..
göreceksin gülüm! bekle!
göreceksin!
artık hiçbir insan, hiçbir
kavga ve hiçbirimiz
bu dünyada, yapayalnız,
umarsız kalmayacak!
k.i
...
( tıklayın & dinleyin)
yavruağzı bir yuvarlak var ortada
çiçeğe benziyor ebruli
tirşe bir telaş var şu köşede
uçuk mavilerin arasında
şarkılar bir renktir çoğu zaman
ben bir ressamım işte o zaman
özenle seçilmiş sözcükler
yüzlerce aday arasından
sıkıştırılmış bir tuğla gibi
artık ayrılamazsın birbirinden
şarkılar bir şiirdir çoğu zaman
ben bir şairim işte o zaman
oyun var, oyun var şimdi başlıyor
ancak hangi yan sahne belli değil
bu kaçıncı perde, hiç yorulan yok
gerçeklerde düş var, düşler gerçeklerde
şarkılar bir oyundur çoğu zaman
ben başroldeyim işte o zaman
sen varsın, iyi ki varsın yanımda
dokunmak istiyorum saçlarına
yaşamak zor gerçekten zor birlikte
o resimde, şu şiirde, bu oyunda
şarkılarım senindir her zaman
ben sen oldum işte o zaman
b.o
yenisi "sen" çok yakında...
14 Aralık 2010 Salı
incâ kesîst pinhân, hodet megîr tenhâ
(tıklayın & dinleyin)
ilk defa orada okumuştum," kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür" diyordu mevlana, mevlevi dervişlerinin şehlerini öldükten sonra gömdükleri mezarlığa hâmûşhâne ya da hâmûşân deniyordu, yani suskunlar evi... insan bir kitabın içinde nasıl da öğrenci kalıyor hayata, gezip dururken bilmediği sokaklar misali satırların arasında, orda birşey tutmuş elimi beni öylece götürüyordu, onun için ben bütün cümleleri önce susarak kurdum. eflâtun rengi hayaller kuran bir "suskun"un sözleriydi herşey, biz ise mor, eflatun ve mürdüm yaşıyorduk dünyayı. bazı renkler kendileri var olamıyor tıpkı aşk gibi iki tarafı birden bulmak gerekiyordu.
kulağı olan herkesin işittiği gibi gözü olanda herşeyi görüyor muydu bu hayatta, ben bir kitaba gittim giderken, döndüğümde herşey farklıydı... ve "herşeyi bilmek için, belki de hiçbirşey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı" ben de tıpkı öyle yaptım.
bir meczûp aşkı tattı, bir âşıksa aşkına şarkılar yazıp ruhunu maviyle bezedi; diğeri, kaybolduğu dünyada bir sesin peşine düşerek kendini buldu.
...
başlangıçta sukut var idi. ve her yer karanlık idi. ve yaradan yegâh makamında terennüm eyledi. ve bu ışıltılı nağme ile etraf nur oldu. ve nağme boşlukta yankılanıp geri döndü. ve yaradan, bu yegâh nağmenin güzel olduğunu gördü. ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün.
ve yaradan dügâh makamında terennüm etti. ve suların ortasında bir azim kubbe peydah oldu. ve kubbe ta arşa kadar yükseldi. ve nağme, işte bu kubbede yankılanıp geri döndü. ve varadan bu dügâh nağmenin güzel olduğunu gördü. ve akşam oldu ve sabah oldu, ikinci gün.
ve yaradan segâh makamında terennüm etti. nağme çöllerde ve enginlerde yankılanıp geri göndü. ve yaradan bu segâh nağmenin güzel olduğunu gördü. ve terennüme devam etti. nağme ile mest olan toprak, ot, ve tohum veren sebze ve meyve veren ağaçlar hasıl etti. ve akşam oldu ve sabah oldu, üçüncü gün.
ve yaradan çargâh makamında terennüm etti. ve bu nağme vecde gelip ışıl ışıl ışıldayan yıldızların ve kendisiyle, yaradan'ın hem gündüz'e hakim olduğu güneş ve hem de geceye hakim olduğu kamer'in bulunduğu göklerde yankılanıp geri döndü. ve yaradan bu çargâh nağmenin güzel olduğunu gördü. ve akşam oldu ve sabah oldu, dördüncü gün.
ve yaradan pençgâh makamında terennüm etti. Ve bu nağme, envai çeşit deniz canavarlarıyla ve türlü türlü canlı mahlukatla kaynayan deniz dibinde ve çeşit çeşit kanatlı kuşla dolu semada yankılanıp geri döndü. ve yaradan bu pençgâh nağmenin güzel olduğunu gördü. ve akşam oldu ve sabah oldu, beşinci gün.
ve yaradan şeşgâh makamında terennüm etti ve gelecek olan yankıya kulak kabarttı. ancak bu kez, nağme yankılanmadı. bununla birlikte yaradan baktı ki, uzaklarda bir yerden aynı makamda bir avaz gelir, hemen tanıdı: cins cins canlı mahlukatın ve yürüyenlerin ve sürünenlerin ve denizdeki balıkların, göklerdeki kuşların ve her şeyin hakimi ilan edip mübarek kıldığı insan'ın sesiydi bu. yaradan bu sesin pek o kadar çirkin olmadığını gördü. ve akşam oldu ve sabah oldu, altıncı gün.
ve yaradan heftgâh makamında es eyleyip sustu. çünkü sesini yer ile gök arasındakilere işte böyle duyurmuştu. ve yaradan, yedinci günü mübarek kılıp takdis eyledi ve dinlendi.
...
ve
" belki de susmak,
gerçeği anlatmanın tek yoluydu. "
13 Aralık 2010 Pazartesi
dünyada...
(tıklayın & dinleyin)
"kışa inat sıcak sabahlar, benimsin diyorsun ya, ağzın mı önce söylüyor, gözlerin mi, ellerin mi emin olamıyorum, emin olamıyorum kış sabahlarının soğukluğundan, rüzgarın şarkısı mı sesin mi emin olamıyorum, herşey sana karışıyor ya, emin olamıyorum aynadaki yüzümden, ben miyim sen mi"
kent sabahıdır, bilmemek olmaz,çıkardı
kendisiyle bir uğultuyu çıkarırdı sokaklara
yıkanmış o ağız kokularından,çoğalmalardan
sen bir susun, bağırmak benim işim
ağırım,isyanlara doğruyum,yataklardanım
- üstüme sinmişliğin var -
işe yaramaz şeylerin güzelleştirdiği dünyada
sen bakma ey,mutlaka seslenmeliyim
aşka hiç benzemiyen o yalnızlıktan
- üstüme sinmişliğin var -
bir eve girmek, .....
dağınık dağınık dağınık eviçlerinde...
toplandıkça dağılan eviçlerinde
direne direne gelen en diri ortaçağdan
- üstüme sinmişliğin var -
her sabah bir intihardır çıkışlarım,dünyada
- üstüme sinmişliğin var -
sürekli denizler,sürekli olmalar,sanki öyle birşey
en güzel kalan yastıkta bozulmuş saçlardan
birşeyi bırakmak,birşeyi almaya gelmek sonra
sonra yasak balkonları göz ucuyla ölçmek
çini kaseler akşamı ve bardaklar akşamı
dünya kapıyor gözlerini bir gece çağır, ben burdayım
ben burdayım
gece gece gece gece gece gece gece en sonsuz gece
ben burdayım
- üstüme sinmişliğin var -
ben uzun zamanlardayım aslında
vazolar,ufak masalar,taşlar zamanında
bir nehir çoğalır giderdi sıkıntımızdan
bir kent bu yüzden büyürdü,dünyada
bir ihtilal ölüverirdi birden bizde
o sokaklardan
- üstüme sinmişliğin var -
sanki bin yıllık sinmişliğin var
sonuna vardıkça artan o konuşmalardan
güncelerin kestiği, ekmeklerin aşındırdığı
dünyada
sen birşeydin, bakılır sevilirdin
tozların alınırdı, ürpertilirdin
konuşmak bizi çıkılmaz bir sokağa götürürdü
bir yalnızlığa böyle
kim varsa bir yalnızlığa giderdi,dünyada
bütün çiçekler,bütün kelimeler bir isyandı
ey bakın, ey bakın bakın bakın
dünyada
ne zaman
ben seni uyuttum, seni karıştırdım,seni şaşırdım
birşeyler akıp akıp giderdi, dünyada
başvurduğum bir şeydin, yalnızlığım gibi
yanında sonsuz durduğum
ağlamaktı en uzun neşesi kızların bir zaman
olsun olsun, güneş olsun güneş olsun,olsun
büyüsün o şeyler,büyüsün bu sarılan şey
birisinin birşeylerin olduğunu bilmek var,dünyada
sakın kapanma,dur,ey şuramdaki beni boşaltan delik
ey büyüyen birşey sakın durma, dünyada
- üstüme sinmişliğin var -
t.u
yazdan kalan
(tıklayın & dinleyin)
"ateş böceği olsam ben de sevmem sabahı" der süreyya berfe elimdeki fotoğrafa bakarken kendimle konuşan sesim nasıl büyük vuruyor kulaklarıma, nasıl yetişkin. fotoğraflar saçılıyor etrafa, yılların içine dalıyorum puslu öğleden sonrası. tarçın dağılıyor, yazlığın kedileri, yağmur sonrası sümüklüböcekleri, çocukların çığlıkları... yaz yağmurunda yürüyen ayak izlerimin sesleri. geçip zamanın kolidorundan kendi çocukluğuna dönenlerdenim ben, kendimi buluyorum, dört yaşımın dizleri, sekiz yaşımın kırılan kolu, ısırganlar,erik ağaçları, nergis hanımın bahçesi, dantelleri.mevsimler içiçe yürürken kendi tarihimde. karda ağaca yapışan kızağımız, iki hafta palyaço gibi koca bir burunla gezdiğim zaman.çocuklukta hiç üşümüyormuş insan diyorum, çocuklukta günler uzun, geceler uyumak için, yıldızları görünce kapanırdı gözlerim. şimdiyse geceler uyutmuyor beni. yağmur yağarken çiçek açıyor yatak odasında. annemin gülüşüne bakıyorum, şimdiki yaşımda, parlayan gözlerine. dayanamıyorum annemi arıyorum tıpkı çocukluğumdaki gibi, nemlenince gözlerim değiştiriyorum konuyu, sesim titriyor, özledim diyorum sadece, çocukluğumu, yılları değil, annemi belki de en çok annemi.
sahi ne oluyor ateş böceklerine kar yağınca...
çağlayanlarıyla
uzak denizlere nasıl dokunuyorsa dağlar
ben de öyle şarkımla dokunuyorum tanrıya
kelebekler ayları değil, anları sayar
tükenmez zaman okyanusunda
bırak güneş ışığı gibi sevgim sarsın seni
ama gene de esirgeme benden aydın özgürlüğü
konuşulurken de gizli kalır sevgi
çünkü ancak seven bilir sevdiğini
toprağın tutsaklığından kurtulmak asla
özgürlük olamaz ağaca
sevmekle öderim sana sonsuz borcumu
bilerek ve anlayarak ne olduğunu
r.t
11 Aralık 2010 Cumartesi
geceye not
tanrım, geceyi bizim için mi böylesine gizemli ve güzel yaptın?
bir plak gibi dönüyor gökte mavilik
sesi aşağıda, çok aşağıda
üstünde bir duvarın. duvarsa
dondurma yiyen bir çocuğun eli sanki
taşmış akıyor
öpüyor toprağı kanatan nar çiçeklerini.
öpülüyorum bembeyaz çimlerinde yalnızlığımın
Sonsuzluk yarın.
e.c
(tıklayın dinleyin)
*kar yağan ankara'ya da selam olsun ...
10 Aralık 2010 Cuma
plus bleu que tes yeux
"plus bleu que tes yeux" der edith piaf. gözlerinden daha mavisini görmedim diye başlar şarkıya ve bana gözlerinle verdiğin hayallerden başkasını görmüyorum diye bitirir.
kimbilir herşey masmavidir.
9 Aralık 2010 Perşembe
8 Aralık 2010 Çarşamba
düne not & rüyalar
(tıklayın & dinleyin)
dün bir rüya gördüm, yazılmış yazılar söylenmiş sözler, akıp giderken bulutlar bir mektup duruyordu posta kutumda, herzaman ki yerinde uyurken apartmanın köpeği umursamaz bir kedi önünde yürüyordu.
gözyaşlarıyla ıslanmış yazıyordu üstünde, gözyaşlarıyla ıslanmış... usulca araladım sayfaları, delice çalıyordu bütün telefonlar, sözlerin elimde, aynalarda yüzün. elimde okuyamadığım bir mektup, üstünde gözyaşlarıyla ıslanmış yazan . telefonda sesin, neşeli, heyecanlı, "gördün mü rüyalarda bile yalnız değilsin" diyen.
düne
...
her gün
karışık rüyalar görürüm
sincâbi uykularda
hayaller belirir
kaybolur
aynalar görürüm
aynalarda rüyalar
bütün bahçeleri
kuşlarıyla
silinir
yüzler görünür
yüzlerde gözler
yanıp söner
hepsi bana bakar
bir şeyler konuşur
uyanıklığımı ayıramıyorum
uykulardan
karışık rüyalar içindeyim
ömrümün uykusunda
aynalardan beni çağıran kız
bir daha göründü
işaret ediyor
bitir rüyalarını da gel
diyor
en son gördüğün yüz
benim olsun
en son benim uykumda uyu
rüyaların sonu geliyor galiba
uyanılmaz uykulara dalmak istiyorum...
a.h.ç
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)