31 Temmuz 2009 Cuma

the girl with many eyes


one day in the park

i had quite a surprise.

i met a girl

who had many eyes.


she was really quite pretty

(and also quite shocking!)

and i noticed she had a mouth,

so we ended up talking.


we talked about flowers,

and her poetry classes,

and the problems she'd have

if she ever wore glasses.


it's great to know a girl

who has so many eyes,

but you really get wet

when she breaks down and cries

yaşam


tüllerin kardeşiliği


aynı doğumu yaşayan iki ruh

aynı karında bir tülle ayrılan

aradığımız bu dünyada

bir penceredir belki de

bir tülün dünyadan koruduğu bir oda

fısıltılar bana ulaştı

parmakların geçti parmaklarıma

bir gölgeden fazlası aramızda

bir ruh

tanışması hiç bitmeyecek bir ruh

bak ellerime

parmaklarım nasıl da hatırlıyor

sadece bakmakla var olmayan aşk

tüllere sarındığında

karıştı nehirde akmakta olan zaman

biz ne zaman büyüdük

perde ne zaman çekildi aramızdan

ve ne zaman anladın rüzgarın

solumakta olduğumuz ortak ruh olduğunu.

o odada daha fazla kalma

demiştim.

surların ve taşların beklediği bir kalptir

nihayetinde

onda soluyacak

ona akacak olan

senin adım atışında açılan duvarlar

gökyüzünü değil

rüzgarı gösterdi

senin yürüdüğün gece

yoksulluğun bir kayıp olmadığını söyledi

ve dağıldı tüller.

ve ben aynı karında büyüdüğüm

gözleri gördüm

kardeşliğin yüzyılını

tüllerin görünür kıldığı kardeşliğin

parmakların

daha fazlasını isterdim

bizi büyütmeyen ev ve ülkeden

çok daha fazlasını beklerdim.
b.m

30 Temmuz 2009 Perşembe

...

tanrım!

zindan duvarları

sallandı sanki birden.

başımın üstünde gök

bir tolga oldu yakan çelikten.

kendi acımı unuttum

acı içindeyken.

yalnız ben biliyordum hangi uğursuz düşüncenin

hız verdiğini yürüyüşüne.

neden gün ışığına bakarken

böylesine bezginlik vardı gözlerinde?

adam öldürmüştü sevdiği şeyi

ölmeliydi kendisi de.

ama bilin ki hepiniz

herkes öldürür sevdiği şeyi.

kimi bir acı bakışla,

kimi fısıldayarak sevgi sözlerini.

o gün öyle habersiz, öyle sessiz

korkak öperek öldürür

yüreklisi kılıçla, kırpmadan gözlerini


o.

frekans



eveli ezeli böyleydim. hastayken,canım sıkkınken,zayıf düşünce,canım yanınca,yaralanınca, hayatım istediğimden başka yöne akınca, birşeyi istediğimde, istediğimi almayınca,şımarık kızların edasında ,fakat asla onlar gibi olmadan hırçınlaşırdım.
kapılarımı herkese kapatır,kendime bir koruma kalkanı ,kapalı gizli bir bahçe yaratır,çevresine en iyi bekçi köpeklerini yerleştirir,en yüksek duvarları örer, en sağlam kilitleri kullanır,kapattığım kapıların anahtarlarını koyduğum yeri hatırlamamak üzere unutur ve girmeye çalışan herkesi ittirirdim.beni bilenler bunu çok iyi anlarlardı,anlayanlar da bilirlerdi.böyle zamanlarda içimden de olsa tek istediğim şey teselli edilmekti,en yakınlarım tarafından ,bunun için bitmek bilmeyen bir azme sahip olmalarıysa en büyük kriterdi.çünkü ancak seversen ve önemsersen bu azmi, bu inadı gösterebilirsin.yoksa herkes,tanımadığınız insanlar bile arkanızda durup ,sırtınıza vurarak ,geçecek bu günler diyebilirlerdi.yakınlarıma bunun hesabını elbette soramam,ama sevmek illaki bir azme sahip olmak değil miydi?ne olursa olsun vazgeçmemek ,bırakmamak değil miydi,kendinize rağmen vermek değil miydi bencillikten sıyrılıp.
çok tuhaftır,insan kurcalandıkça bozulur,radyo frekanslarını bulmak yada bulamamak gibi,yerimiz değiştikçe algımız değişir ne yazık ki çoğu zaman iş işten geçince anlaşılır bu.kadın yada adam ,bu hayatın kendisini algılamış,kendince varolma savaşını kazanmış,kendi kendine yetmeyi bilmiş bir birey olarak,tabiki başına buyruk olacaktır.yapılması gereken onu kendi olarak sevmek değil midir,illaki kendi kalıbımız içinde yer almıyor diye,sizden önce yaşadıklarıyla varolmayı başarmış diye sevmiyorsak, değiştirmeye çalışıyorsak ,o kişiyi düzeltmek yerine durup söyle bir kendimize bakmamız gerekmez mi? bütün ilişkilerin başında ,ister sevgili olarak ister dost olarak öncelikle alışmadığımız türde insanlar ilgimizi çekiyor.onu o haliyle beğenip sonrasında onu alıştığımız şeylere benzetmeye çalışıp ,kendi olmayan bir hale sokuyoruz.mesela birine başına buyruk,tuhaf,karmaşık,duyguları karışık,kararlı ,zeki ,güçlü ve zor olduğunu bilerek aşık oluyoruz sonra aynı sebeblerle sorgulayıp o kişiyi zor olmakla suçlayıp kurcalamaya,sorgulamaya başlıyoruz.halbuki,elinizin altındaki daha önce görmediğiniz bir model radyo gibi ve eski radyonuz gibi yapılmıyor malesef ayarları.eskisinden istiyorsan , o modeli arayıp bulmalısın,bu modelin kullanma kılavuzunu okumak zorundasın.yok öyle,bildiğin model gibi frekans düğmesi işte.
seviyor musun,sevdin mi, üşenmeyip uğraşacaksın ,bilmediğin bir dilde yazılmış kullanım kılavuzunu çözmeye, anlamaya, uğraşacaksın.başka yolu yok.kurcalayarak eskisine bakarak kullanamazsın.


radyonuzun ayarlarıyla oynamayın!

29 Temmuz 2009 Çarşamba

aşıklar



ne yapıyorsun?

sürekli arayan ruhunun saydamlığı içinde, kendisiyle birlikte biteviye büyüttüğü boşluğu tamamlamaya mı çalışıyorsun? o boşluğu yamamak üzere şehvetle sarmaya hazır durduğun ruhun seni reddetmesini, bozguna uğratmasını kabullenemiyor musun bir türlü? bu yüzden mi uzaklaşamıyorsun ondan? asla kulağına bir şeyler fısıldamayacak sesini duyabilmek, en ufak bir deviniminin yarattığı bir esintiyi hissedebilmek teninde, hiç değilse yüzünde beliren bir anlık tebessümü yakalayabilmek için mi yanından ayrılmıyorsun? bir gün ona sahip olmana izin vereceğine duyduğun inanç mı seni yanında alıkoyan, etrafında pervane yapan? ruhunun kendi saydamlığı içinde büyüttüğü boşlukta bir başına kalma, onun yokluğunun boğucu havasında varlığını yitirme korkusu mu? (evet) bir sığıntı, bir dilenci, varlığını, efendisini memnun etmeye adamış bir hizmetçi hissiyle yaşamaya, yanında yakınında durma nedenini bildiğinden takındığı anlayışlı tavırlarıyla seni yaralamasına bu yüzden mi katlanıyorsun? bu yüzden mi varlığının başka bir bedende tecelli ettiğini varsayıp onun kanından biriyle derme çatma bir hayat kurmaya çalışıyorsun? sana teslim etmediği varlığına, aynı batından olma bir bedene sarılarak sahip olabileceğini düşünerek avunacağını mı umuyorsun?


o da sana benziyordu biliyor musun?onunda senin gibi daha adını duyduğunda içinin titrediği, karşı karşıya geldiğinde ne yapacağını bilemediği biri vardı hayatında.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

...

Bir erkeğin iyi bir kadın bulduğunda değerini bilmesi için kaç tane kaybetmesi lazım acaba?

desire


güne not...



zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır

anlamları, önemi kavranır. bir zamanlar anlamadan yaşadığın

şey, çok sonra değerini kazanır. yokluğu derin ve sürekli bir sızı

halini alır.oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık

mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan

her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır...



m.m

utram bibis? aquam an undam?



nerde bozacağız bakalım ezberlerimizi


.

kadırga


sen gittin

buluştuğumuz körfezler

şimdi başka denizlerin çekiminde


sen gittin

ama doksan dokuz adın kaldı kalbimde

ne kadar gitsen de uzağa

vücudumda dolaşıyor zincirin

kurduğun bütün tuzakları

tapınak bildim

tenim çöl tenim çöl

tenim çöl

bedenimi linçide bırakıp

çekip giderim,

çekip giderim

giderim

tenim çöl...


m.m


"meyve bile dalına güvenir

meyve kadar hükmüm yoğ imiş"

.

24 Temmuz 2009 Cuma

not

"Bilindiği üzere cilalı aynalardan birinde görünen güneşin sureti, ne güneştir ne de ayna. Onlardan başka birşey de değildir"

23 Temmuz 2009 Perşembe

aynanın önüne bırakılmış


neden ağladığımı bilmiyorum, diyorsun
çünkü bir şeyler değişiyor içinde
kendini ikna etmiyor düştüğün boşluk
bildiklerin başkalaşıyor gözlerinin önünde
yabancılığı öğreniyorsun
gece söndürür hayalet olmaya yetmeyenlerin ışığını
güçlü olmaya benden daha çok ihtiyacın var
çünkü haksız olduğunu
kalbinin bir yerinde biliyorsun
gündüzün kepenklerinde duyduğun güven,
çelimsiz gölgelerin fısıldadığı
küçük sırlarla büyüyorsun
zamanın ve
aynanın önüne bırakılmış
kısa bir mektup bu
belki çok sonra anlayacaksın içindekileri
ama şimdi okuyorsun.

...

"muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, herşeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu"

şimdi senin aklın şaşmadığından bense öldüğümü hissettiğimden bu biz olamayız,çabuk çözülen matematik problemleri gibi değil mi,matematiğim hep çok kötüydü benim

"her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir? ah maria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz? niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? niçin yanımda değilsin"

sen dinlemeyi öğrenemiyorsun, sorduğun soruların cevapları zaten kafanda belirlenmiş,öyleyse neden soruyorsun,bir tür konuşma isteği mi? ben ise konuşmadan anlaşılabilmek istiyorum,susmaktan yana kullanmak hakkımı, aslında en çok böyle konuştuğumu bilmiyorsun, bilmiyorsun işte!

“sözleriniz çarpardı etime,
dilimin kuyuları kireçlenirdi
görmeseydiniz beni keşke, kapanır
açılmaz kilit olmasaydım tenime
damarın akışında med-cezr üzre sarkaç
kayaraktan zaman-mekân arasından
çıplak ruh!
titrek ruh!
kaybolurdum, gaybolurdum, görmeseydiniz beni keşke”

paradise not for me - madonna

an

şimdi, şu an ,yaşadığımı yaşamış,duyguları kırılmış birileri yok mu? var, değil mi,öyleyse neden"yapılmışı var deyip" yeni bir sahne alamıyoruz hayatımıza.illa kendi acılarımızı oluşturmamız için bu ısrar neden. üstelik şu an yaşadığım şeyin daha önce de yaşanmış benden sonrada yaşanacak olması ne kadar sıradan,hani ben herkesten farklıydım.
bana yalanlardan bahsetme!
remember, remember, never forget
all of your life has all been a test
you will find a gate that's open
even though your spirit's broken
.

what a empty space

the man had killed the thing he loved



and so he had to die
o.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

pentimento



yaşlandıkça,saydamlaşacak mıyız bizde.çektiğimiz acılar ,mutluluklar.kimbilir,belki de görünebilir izler bırakıyordur zaman tenimizde.

yürümek



"elele yürümek- bunu yapabilecek miyiz?" diye sormak istemiştim sana: -

herhalde -galiba kemal demirel'den yıllar önce işittiğim; belki kendi sözü olan- o sözü anımsamıştım: 'sevgi, iki insanının birbirlerinin yüzüne bakmaları değil, birlikte aynı yöne bakmalarıdır.'

elele tutuşma edimini düşün - bunu, en başından başlayarak, kendiliğinden, doğallıkla, hiç yadırgamadan yapmıştık: benim sağ elim, senin sol elin; tıpatıp, içiçe, sımsıkı... öyle olurdu ki, sokağa, yürümeye çıktığımızda, ellerimiz sanki kendiliklerinden bilirlerdi tutuşmaları gerektiğini; aynı anda da, karşılıklı, birbirlerini bulup, kavuşurlardı.

bu, birbirimize iletmekte olduğumuz anlam(lar)ın bir tür odak noktasıydı - sanki, ilişkimizin, somut, fiziksel, hatta 'duyumsal' temeli..

ve tabii, 'yürümek' - bu konuda kafamı nasıl bozmuş olduğumu biliyorsun: y ü r ü m e - b i r l i k t e yürüme...

-daha ulu birşey bilmiyorum. -sevişmek bile, bütün yakınlığıyla, yüceliğiyle, güzelliğiyle; ama patlayan ve sönen tutkusuyla, heyecanıyla, doyumuyla, birlikte yürümektan daha üstün değil- hele, bir de, birlikte gidilecek bir yer (bir amaç, bir erek) varsa...

yürüyüş-

ne kavram ama!....

o.a

21 Temmuz 2009 Salı

güzel



güzel

ölüm daha kolaydır sevmekten

der ya aragon anla ki ölüme benzer seni sevmek


sözcükler ki alevdir

ve karadır şairlerin hayatları


hem nice şiirlerde nice aşklarda

tarar saçımızı ölüm.


aşk ki bazan solgun bir ilçedir

sürdürür derinliğini


neden "en çok" acı ustası şairlerdir

en çok taşırlar çünkü aşkları.


ben ki yatağımdan tedirgin bir suyum

besbelli ki aşka ve ölüme çalışıyorum.


i.b

heaven's gonna burn your eyes

düşünürken ,tam da içindeyken beynimin kıvrımlarının ,durdum.an ,sonsuzluk gibi uzuyordu.perdenin aralığından güneş yüzümün yarısına vuruyor,gözlerimi kamaştırıyordu.haylaz bir oyuncuydu hayat,oyunun kuralarına hiç uymuyordu. ben kah mutlulukla ,kah elemle oynuyordum.stabil kalmak istiyordum ama mutluluk, mutsuz olunmadan anlaşılamayan bişeydi belkide.yine de tanrı yorulacağımızı,pes edeceğimizi hiç mi sezememişti,hiç mi yaratırken aciz yanlarımızın bizi değersiz,bizi çaresiz hissettireceğini hesaplayamamıştı.

yanlış hesap tanrım,bak dönülmüyorda geriye.

not

.
saf bir ayna olarak senin önünde durduğumda,
uzun süre içime baktın
ve kendi yansımanı gördün.
sonra bana ,"seni seviyorum"dedin.
oysa sen, benim içimdeki kendini sevdin.
h.c

20 Temmuz 2009 Pazartesi

şu anda tüm hücrelerim ve hatta tüm ruhumla diğer yarımı özledim.
işte ben hasret diye buna derim!
some are born to sweet delight
.

.
some are born to the endless night

19 Temmuz 2009 Pazar

günaydın



şu an benim için pazar sabahı,o ise güneşi uyandırmadı henüz

göremediği rüyalar içinde ,nefesi dingin ,boynu terli...

win

.
denize kavuşabilirse eğer içimdeki nehir
hayat:0..... ben:1.....
.

18 Temmuz 2009 Cumartesi




tek istediğim ,sıyrılıp iletişim aletlerinden ,teknolojiden

senin , sahici, içten sesini, kulağıma bişeyler fısıldarken,

işitmek---

16 Temmuz 2009 Perşembe

first taste




give me the first taste,


let it begin heaven cannot wait forever darling,


just start the chase -


i'll let you win,


but you must make the endeavor




15 Temmuz 2009 Çarşamba

i remember - damien rice




i want you here tonight

i want you here

'cause ı can't believe what i found

i want you here tonight

i want you here

nothing is taking me down, down, down...

except you my love. except you my love...


yağmur yağıyor dedim


köşebaşında buluşalım mı dedin


koşmak koşmak uçmak istedim



anladım kalbim benden hızlı koşuyor

14 Temmuz 2009 Salı

13 Temmuz 2009 Pazartesi

36.


ufacıktır ya-korumasız ve savunmasız olacak-öyle duracak-senin karşında:yanında;kendini sana bırakmayı seçmiş-istemiş;tedirginliğini gizlemeye çalışarak...

bunun nasıl bir istem olduğunu da anlamalısın-nasıl bir kendini teslim ediş--

onu sakınman bu yüzden gerekli:o, bir işitilmeyen nefes gibi--küçücük bir kıpırtı gibi--kararıp gitmeye hazır bir son renk gibi..



korumalısın onu.

***
savunmasız ve korumasız:ama güçlüdür--kendisinin sen yokolduktan sonra varolmasını sürdüreceği düşüncesi yavaştan ve derinden kaygılandırır onu (seninde ciğerine oturur onun bunu düşünmesi); ama, merak etme:güçlüdür,güçlü olacaktır,yeterince--yeter, kendine--




sen gidince de...--

***
güçlüdür,kendine yeterlidir--ama seni bilmiş,seçmiş ve arzulamıştır ya işte:sana bağlı kalmayı istemiştir--senin kendini yok etmeye yönelik eğilimlerin bu yüzden kaygılandırır onu:kendisi değildir aslında,"sonra ben ne yaparım?"diye sorarken düşündüğü---sensindir.



o zaten alışıktır yitim acılarına--tabii hiç alışamamış olarak;ayakta durur gerçi;ama,bir düşün:ne denli acılı olur o zaman, zaten çöl içinde bi kayalık gibi duran yaşamı--


o'na ,o serin ,o mor araları,o esintili kıyıları,o karlı karanlıkları yaşattın ya (kendin de,işte,bunları;hiç yaşayamayacağını sandıklarını,yaşadın,ya); artık ölmeye çalışmamalısın; ölmemeye çalışmalısın---yaşamın nasıl olursa olsun(ki,işte o oldukça,güzel de olacak)yaşamaya çalışmalısın.


yaşamının anlamı senin ile birlikte varolmak istiyor---

sen de onu korumak zorundasın.


--koru onu.



o.a

11 Temmuz 2009 Cumartesi

renklerim


aklaşan grilikte duruyorum

yeşilleşen mavilik,

kararan saydamlık,

azalan tirşe:

o mor hiç olmadı

mı?


O

tek renk bulunmadı

mı?


kızıltılı

kahve

rengi


*


siyah

beyaz

ah,

az

hiç olmadım

mı?


*


bulunamadım

mı?


o.a

10 Temmuz 2009 Cuma

quates 1

what a strange illusion it is to suppose that beauty is goodness! a beautiful woman utters absurdities: we listen, and we hear not the absurdities but wise thoughts

peki

şu dakika aldığım bir haber neticesinde,sonsuza kadar susayım diyorum.hatta şimdi gidip içmeye devam edeyim,ne işim var burada benim.

içmece 1

amedeo modigliani kılıklı ö,
açılayım diye binbir katakulliyle beni içmeye getirdi
nevizadenin insanı yakalayan kokusu,
unutmanın insanı kavuran ayağı
kadehlerin değişken tınısı
topiğin içindeki tarçın az mı çok mu derken
nerde bu rakının beyaz peyniri
üstüne herşey iyi hoşken,
birden o nağme patlıyor yanıbaşımızda
unutturamaz hiçbirşey seni, unutulsam da ben
çalgıcıya kaş göz yapılıyor
gözlerim doluyor
tam atlatıldı derken karşıdaki meyhanede
neşet ertaş patlatıyor,
"cahildim dünyanın rengine kandım
hayale aldandım boşuna yandım
seni ilelebet benimsin sandım.
bıçak keskinliğine yenik düşüyoruz
havada mendiller uçuşuyor,
dudaklarım titriyor
ağlıyorum sesim çıkmıyor.




pardon,niye buradaydık biz

düşmedim daha- umay umay

ölüm ülkesinde aşk

tuhaf bir tutkuyla sevdiğim kent izmir,ben küçükken dedemin elinden tutmadığım için kaybolduğum pazar yerlerini özlüyorum, o zaman henüz doldurma yol yapılmamıştı,polis emekli derneğinin balkonunda ayaklarımı denize uzatırdım,dedemi özlüyorum, seni özlüyorum çokça.özlediğim herşeyi kendimde bulma çabasında kayboluyorum.bir yerden başka bir yere sürükleniyor aklımdaki herşey.okuduğum şeyler canımı yakıyor,öfkem kabarıyor,yakıp yıkmak,tüketmek ,yok etmek istiyorum,barajını yıkmış bir nehrin öfkesinde buluyorum kendimi, sonra duruyorum,birden o sessizlik ,birden bütün herşey aklımda, ağlıyorum ve yağmur sonrasına dönüyor öfkem, sakin, saklı, gizli.hep öfkeli kalmak istiyorum öte yandan özlemek çok daha acıtıcı nedense. sokaklarda çektiğim fotoğraflara bakıyorum, çocukluğumun ayak izleri . dönüp çocukluğuma ,tek derdim kaybolduğum pazar yerleri olsa.

"gece bir karşı varlıktı karanlığıma
gece tanımsız bir bütünlük
senin hayatını düşündüm
sevmek sevgilinin suretini bürünmektir biraz da

sonbahar uzaktan bakmaktı sana
sonbahar yeniden ölüm

mithatpaşa caddesi'nde yürüyorum
kim bilir bu duyguyu kaçıncı kez yaşıyorum
güzelyalı tenha bir gece olmuş izmir'de
hep senin gözlerini görüyorum
yaşamak yumuşak dikenlerinde yokluğunun
ikimizde iki ayrı evrende iki ayrı barış
bir uyumu eylemek zordur bunun gibi
uyum yokluğuysa uyumsuzluğun

sen yok gibisin
yokluğunu kim tamamlayacak
güzelyalı bir vapur olmuş körfezde
sulara ışığını sürüyor yanılsama
işte bir kavram sevgimi tamamlayacak
yanılsama yansır içinde bir vapur penceresinin
sevgilim gölgen gölgeni görüyorum senin
kimse bilmeyecek yerini ölüm ülkesinin
ölüm ülkesi karanlık bir gece
kimsenin tanıklığı yok sevgimize
gece kimsenin bilmediği bir ölüm ülkesidir
sevgilim bu sonbahar günlerinde

nadir olan şey yok gibidir."

dönecek bir yer kalmadığında kendine ait bir şehre sığınma vakti gelmiş demektir.bildiğin sokaklar,oturduğun banklar,hala yaşayanlar ,sarmalar ve az da olsa hafifletir bizi.

durdum

.
.
durdum,bir an durdum
kalbimi duydum
seni sonsuz özledim
.
.

9 Temmuz 2009 Perşembe

acaba

peki ya aşk gerçekten bir "ruh disiplini" ise





çalıştınız mı ödevinize?


.


ps.a.h.t huzur romanında aşkı bir "...ruh disiplini..." diye tanımlar.

saf sabır


ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan

saflığımı ve sabrımı aldım tek

kalanları kumsala göm sen de

yaz boyunca

nasılsa her keder eksilir

kendini doldurarak


sardunyalarla konuşarak çoğalttım

aramızdaki ayrılığı

sayarak çoğalttığım günleri tamamladım

kirpiklerimin arasına çektiğim tülde

yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor

oysa kimse yokmuş dışarda

içim dışıma vuruyor



sardunyalara su vermekle

unutamadığımız şeymiş aşk:

alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah,

sağ yanımda unuttuğun keder
.

aşk

sevgilim sabahın erkenini seviyor,
ben geceyi ve esmerliğini onun,
o dorukları seviyor, korkuyor bundan
ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,
ona bir yeşil gülümsüyor,
ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,
diyorum, seni de öyle.
o kendi boşluğunda oyalanan günlerde
canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,
ben göğe bakıyorum geceden,
kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim
diyorum, yanında, o sabahları eğilip öpüyor denizi.

çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun,
esmerliğin gecemde, öyle kal.
"bulutlara bak, gidiyorlar, hızla" diyorsun,
yağmur bir yalıyor yüzümü,
bir duruyor. sabahları eğilip yüzüme
öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.
su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,
oysa camdaki sardunya gibi üşür
bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir
bir, çıplağın çıplağımda.
rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde
öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda.
b.k

simply beautiful - al green

8 Temmuz 2009 Çarşamba

IX.


bir derbentim uçsuz boylarda

bi yağmur var yalnız bana yağan

bulur bir kartal beni haritada

gelir unutuş su içer yıkıklarımdan

ben bile bilmem içimdeki dehlizi

bir şehrayın başlar yalnız bana ışıyan

ejder sözlerimle yedi ağzımdan

döner ışıklar,döner durmaz aklım
salarım altın harflerimi uğrunkapımdan

bulsunlar diye öbür yarımı
sonsuzluğa gömülmüş o kırık tableti


a.

sağ gösterip sol vurmak...

"...genellikle, sevmeyi becerecek kadar kendi benliğimizden feragat etmeyi bilmiyor,arzulamayı becerecek kadar da bilinmeyene ve tehlikeli olana yelken açmaya cesaret edemiyoruz.sevemediğimiz ve arzulayamadığımız zaman da geriye yalnızca kıskanmak kalıyor."
demiş
bülent somay.

strange what love does

strange
what love does

so strange

oh, what love does

so strange

what love does

when we are all alone

strange

what love does

oh, ghost of love
d.

anlamsız

monagami
poligami
origami
gel de çık işin içinden

7 Temmuz 2009 Salı

dağ

.

.

sabahın karşısında konuşmak ne zor!

incecik kül gibi kalıyorsun,

dağ susmaya giden yolu biliyor

sen bilmiyorsun

taş yarılıyor

bir çiçek için,yol veriyor.

kısacık konuşuyor çiçek:

"dünya" diyor, "gördüm,benimle tamamlanıyor.

yeryüzü karşısında konuşmak ne zor!

yamaçtan aşağı bak,uçurum gör!

-görsene kekeme!

içindeki zayıf kan,

dayanıksız dil,

olmamış hal gümüş bir zirvede eriyor.

.

.

taş parçaları

.

.

ömrümü adadımdı.

elimden aldığın ve parçaladığın şey bu!

adaletin adını neden anmıyorsun burada da?

o yüzden büyük yaram

o yüzden büyük öfkem

o yüzden dinmiyor içimde hepsi,

hınca hınç.

.

.

yol'dan...

.

.

dünya ne ki sevgilim benim sana yaptığım kubbe yanında?

düşsün, olsun, bırak

içinde yıldızlar patlıyor,

kolaydır inanmak kadar inanmamak da.

ister sal kendini dünyaya, ister kal yanımda

her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni

yoluna baş koymak diyoruz

biz barbarlar buna

.

.

sana ithafen

''yalvarma.ağlama ve yemin etme.kapılarını kapat.öyle sıkı kapat ki bir daha kimse,hiç bir zaman senin o zedelenmiş yalnızlığına adım atamasın.onu onar ve koru,çünkü o sensin ve aynı zamanda benim.''

amelie- comptine d´un autre été: l´après midi

seni sevdim,seviyorum


zamanı sensizlikte ,sessizce kabullendim.
sevdim,seviyorum ,ha deyince geçmiyor zaten,insan kendi saplamadığı bir bıçağı ne kendi ,ne bir başkası çıkarabiliyor.sahibine yazılmış notlar gibi,sadece yazılanın anladığı.

seni sevdim ,seviyorum.insanın iliklerine kadar mutlu olduğu ,doyasıya sevildiği anları yaşadım seninle,omuzlarım ,sesim titredi aşktan.sense benden başka bir hesaplaşma yaşıyordun ve ben içinde yaşamadığım sana ait bir geçmişi temize çekmekte başarısızdım.ilk önceleri bana aitmiş gibi görünen bu kıskançlık ,bu sahiplenme hastalığının,kurtulamadığın güvensizlik çemberinin,her kavgadan sonra edilen yeminlerin ,gözyaşının ve bütün bunlara sebeb olan o aşkın yakıcılığını ikimiz açısından da görmeye çalışırken ,birden seni ikna etmesi gerekenin ben olmadığımı anladım.geçmişindeki bir kadına bu seviye kızgın bir adamla ne yapabilirdim ki.bunun bana duyduğun aşkla ve sevgiyle alakası yoktu.bizim dışımızda gelişen bu virüs ,senin her seferinde hastalanmana yol açıyordu ve ben herseferinde daha da çaresizleşiyordum.tedavisi olmayan hastalık bizim birbirimize duyduğumuz aşk değil,senin güvensizlik hastalığındı ve malesef her virüs kendi panzehirine sahip olmalıydı.
seni sevdim, seviyorum,.herseferinde sen bana ait olmayan,benden gelmeyen bir şüpheyi bilediğinde,onu parlattığında ,bana karşı saldırdığında,durmam ve gitmemem bundandı.delice aşk da bunu gerektirmiyormuydu zaten,ne olursa olsun savaşmayı,pes etmemeyi,asırlık çınarlar gibi rüzgarda yıkılmamayı gerektirmiyor muydu.kanında bana ait olmayan bir virüsü taşıyan, bir adama aşıktım ve ne olursa olsun onu tedavi etmek ,kendinden ,bu uğursuz çemberden çıkarmak istiyordum.baştan kaybedilmiş bir savaştı benimkisi,pratiği olmayan bir cerrahın ameliyat ettiği bir hasta misali ,herseferinde kan kaybından ölüyor,sonra sesinle hayata dönüyordum.oysa sen bana olan sevgini değil,saygıyı hiçe sayıyordun böyle anlarda.seni ancak kendimle tehdit ettiğimde durdurabilmiştim ama tehdit etmek değil,sarmak ,onarmak ,kökünden temizlemek istiyordum,her seferinde tamam oldu derken ,kırmızı gözlü şüphe şeytanı bir köşe başında beni bekliyor,boynunda yılan taşıyan o kadın onu yönetiyordu.bense bu oyunda habire o kadına ait giysileri giymeye zorlanan küçük bir kıza dönüşmemi dehşetle izliyordum.insan kendinden korkar mı hiç,ben korktum.
seni sevdim, seviyorum.enteresan biçimde yarıya bölünmüş bir puzzle gibiydik,senin bildiğin hiçbirşeyi bilmiyordum ve benim bildiğim hiçbirşeyi bilmiyordun.ne çok anlatacak ,öğretecek şeyimiz vardı birbirimize ama başka yolarda geziyorduk,sen uçurumun kenarında yürüdüğün hissinden kurtulamıyordun,ben ise bahçenin içindeki meyveleri görmediğin için kızgın olmaya başlamıştım.o kadının hayatından benimkine gelmeyi deniyordun ama benden daha güçlüydü işte,benle uyuduğun gecelerden ,onun yatağında kalkıyordun.insan artık olmayan biriyle nasıl başa çıkabilir,nasıl geçmişe ait bir hayaletle aynı kıyafeti giyebilir.üstelik nasıl ,nasıl kendisine delice aşık olan bu adam ,aradaki bunca farkı görmez ve herseferinde aynı hataya yenilir.ben bunun cevabını bilmiyorum.
seni sevdim ,seviyorum.kendinden ağır olmanın yükünü taşıyorum.şimdilik ne olduğunu algılayamayan bir kalbin ,başına gelebilecek ,en kötü kalp ameliyatını yapmaya hazırlanıyorum ve doktor bile değilim üstelik.ama ölsek de yaşamaya devam etmek zorunda olduğumuz anlar vardır,ve hep söylediğim gibi insan bazen ölür ama bilinmediğinden gömülmez işte.
seni sevdim,seviyorum.sadece bir aşkı ,bir sevgiliyi kaybetmiyorum ben.arkadaşımı ,en iyi dostumu,kızdığımı,kırdığımı,bir ömrü,her tür deliliği yapabileceğim ama yargılanmayacağım bir kucağı, abuk subuk sessizliklerde beni delice güldüren o tınıyı,hiçbirşeyden herşeye dönüşen birşeyi de kaybediyorum.ve duruyorum işte.hayatında beni sevdiğin gibi kimseyi sevemeyeceğini bilerek ama hangi aşk ,aşıkları kurtarmayı başarabildi ki.

hayatta istediklerim hep oldu,tuhaftır yaşam en çok istediğimi kendini kullanarak alıyor benden,seni.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

duracaksın


acı,ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,öfke,kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,keder, yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,duracaksın,durup, gümüs bir su gibi akan sabahın tazeliğine bakacaksın,sana iki yüz yıl önceden haberler tasıyan alaycı kargaların sesini dinleyeceksin, çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın.ölüm seni kuşattıgında, tam o sırada, hayatı düşüneceksin.
acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın bir zaman, dinlenin biraz diyeceksin.bir inci avcısı gibi, ta derinlere dalıp tek tek bütün istiridyeleri açarak,bir sevinç arayacaksın.hayaller kuracaksın.hatıralarını bir daha gözden geçireceksin.sevdiklerini düşüneceksin ve seni sevenleri.özlediklerini düşüneceksin ve seni özleyenleri.teninde iz bırakanları ve senin izini taşıyan tenleri.seni şakalarıyla güldürenleri ve senin şakalarına gülenleri.sevinçlerini, hayallerini, hatıralarını,sevdalarını, sevişmelerini, özlemlerini, şakalarını bir bir yerleştireceksin içine,hayat denilen mucizenin sana verdigi armaganları sıkıca kucaklayacaksın.ölüm her yandan üstüne saldırıp seni kusattıgında, tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.güzel bir haber gelecek belki yarın sabah.belki bir mektup alacaksın.sana gülümsemesini çok istediğin gülümseyecek belki sana.serüvenci gemiciler gibi meçhul denizlerde kaybolduğunda , tam da o zaman, karanın bir gün görüneceğini düşüneceksin.gözcünün "kara göründü " diye bağırdıgını hayal edeceksin.kara, hiç görünmese bile, hiç olmazsa neyi aradığını ve neyi kaybettiğini bileceksin, çektigin onca fırtınanın, varmayı umdugun o umutlu hedefle mana kazandığını anlayacaksın.
her şeyini kaybetsen de hayallerini kaybetmeyeceksin.neyi aradığını hiç unutmayacaksın. sevinçleri ne kadar hatırlarsan, acının derinliğini o kadar kavrayacaksın.yaşadığın ve yaşayabileceğin güzel şeyleri ne kadar çok düşünürsen öfken o kadar keskinlesecek.
karanlık inerken ışığa daha dikkatli bakacaksın.geleceğinle arana, dibinde canavarların dolaştığı
bir uçurum koyduklarında, nasıl biteceğini bilmediğin atlayısını yapmadan önce, geçmişine, sevinçlerine, hayallerine yaslanıp güç alacaksın. sevdiğin bir türküyü mırıldanmaktan hiç vazgeçmeyeceksin. bir çiçek iliştireceksin yakana.ölüm seni kuşattığında, tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.en azgın, en ihtiraslı sevişmelerini...en çılgın hayallerini...en çağıltılı kahkahalarını...
acı, ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,öfke,kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,
keder,yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,duracaksın,durup gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine bakacaksın,sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı kargaların sesini dinleyeceksin, çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın.
ölüm seni kuşattıgında, tam o sırada, hayatı düşüneceksin.ölüm seni kuşattıgında, tam o sırada, hayatı düşüneceksin. acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın bir zaman, "dinlenin biraz" diyeceksin.
onları, şefkatle dinlendireceksin. çünkü onlara yine ihtiyacın olacak.
a.a

nesnel aşk


içimdeki toka aşkı bambaşka
bunlara kavuşmaksa bayram oldu.
çocuklar gibiyim

uçurtma

savrulan külleri ömrümüzün


bir kızın kocaman gözlerinde gördüm

bulutların dağlara sessizce çöküşünü

çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci

ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım

çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya

bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda

harelenen sularda bir yanık kokusu

ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi

ışık zamana bağlı zamansa onun kocaman gözleridir artık

anladım tarih de yazılmaz bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün

yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir

deryalara savrulup çöllere düşmüştü

bir duman tütüyor yine hangi kent yandı

hangi sokakta vuruldu sevgilim

bir demet menekşe bir avuç toprak

burkulan bir yürek miyim hep

sesimde bir yanma bir kekrelik

uzayıp giden bir çöl yalnızlığı

gazeteleri okumuyorum başım dönüyor

sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey

her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor

gidip de gelmemek üzere bütün yüzler

puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi

bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere

yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı

bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum

savrulan küllerini ömrümüzün

bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum

ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin

ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor

acılar dehşetli kinlendiriyor beni

kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus

yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim

yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında


a.t

4 Temmuz 2009 Cumartesi

kristal denizaltı


benim de o kristal denizaltıya binmişliğim var.
Süt buğusu gibi solgun maviliğin yayıldığı ıssız bir sabah vakti, dönüp dönmeyeceğini bimediğin bir yolculuğa çıkmak için ürpertilerle binip, kapaklarını kapatırsın. Eğer dönersen başka biri olarak döneceksindir yolculuğundan. O denizaltı bir yere gitmez. Giden sensindir.
o denizaltının içinde tuhaf bir yolculuğa çıkarsın, o yolculukta gördüklerini, duyduklarını, hissettiklerini hiç kimseye anlatamazsın, senin anlattığını kimse anlamaz çünkü. onlar da vaktinde o yolculuğa çıkmış olsalar bile, kimse kimsenin yolculuk hikâyesini kavrayamaz. kristal denizaltının çevresinden geçip de senin içerde yaptıklarını görenler şaşarlar sana, şaşılacak şeyler yaparsın gerçekten. o denizaltıya binenler kendilerini bile şaşırtacak davranışlarda bulunurlar. bir orospuya aşık olmaktır o denizaltıya binmek. bir serseriye tutulmak. bir çılgının peşinden gitmek. bütün hayatını bir bencilin yanında geçirmek istemektir. geleceğini, bir dakikasını bile kendine ayırmadan, verdiğin armağanın değerini belki de hiç bilmeyecek birine vermeye hazırlanmaktır. seni seyredenler hastalığını düşünürler. 'hastalıklı ilişkiler' tanımlamasının içindesindir artık. denizaltının dışındakiler, seni iyileştirmek için sana bağırırlar, nasihatler verirler, yardım etmeye çabalarlar. seslerini duyar ama yalnızca gülümsersin. Fuzuli'nin şiiridir artık senin duyduğun: 'El çek ilacımdan tabib...' iyileşmek istemezsin. Yalnızca, seni hastalıklı insanların arasına atanı değil hastalığı da sevdiğini kim bilebilir ki seni seyredenler arasında. sen artık Zelda'ya tutulan Fitzgerald, Wagner'e tutulan Cosima'sındır. kulağına sesler gelir. - senin sevdiğin çirkin bir kadın, o adam bencil, güvenilmez biri senin güvendiğin, hastalıklı bir ilişki bu. gülümsersin. onlara şöyle demek istersin: - ilişkinin hastalıklı olması önemli değil ki, önemli olan iki kişinin hastalığının birbirine, biribiri için yaratılmış iki parça gibi uyması. zaten hastalıklı bir ilişkinin olabilmesi, insanın o kristal denizaltıya binip bilinmez yolculuklara çıkması için, birbirine tutulan iki kişinin değil, onların hastalıklarının birbirine değmesi, o hastalıkların kıvrımlarının denk gelmesi gerekir.seyredenler, hastalıkların uyduğunu görmezler. onların gördüğü birbirine uymayan iki kişidir. çirkin bir erkek ve güzel bir kadın gibi, fedakâr bir kadın ve çıkarcı bir erkek gibi, sevecen bir erkek ve sinirli bir kadın gibi iki benzemeyen insanın aynı denizaltının içinde acılarıyla ve mutluluklarıyla tuhaf bir seyahate çıkmasına şaşar insanlar. sorarlar kendi kendilerine:
- Neden bu iki insan aynı kristal denizaltının içinde.
-cevap çok basittir aslında:
- çünkü onların hastalıkları birbirine uyuyor.
o kristal denizaltıya binmişliğim var. hastalıkları hastalıklarımın kıvrımlarına uyanlara rastlamışlığım var. Fuzuli'nin mısrasını mırıldanmışlığım var:
- El çek ilacımdan tabib...
itiraf edeyim ki, ilişkiler içinde en çok hastalıklı olanları severim, ateşimin yükselmesini, sayıklamalarımı, kabuslarımla hayallerimin birbirine karışmasını, en dokunulmaz yerlerimde hissettiğim sızıları. hastalığının bütün kıvrımları, hastalığımın bütün kıvrımlarıyla öpüşen bir kadınla denizaltıma binip çıktığım yolculukları. solgun bir sabah vakti insanların arasından ayrılışımı. hiçbir yere gitmeyen bir denizaltının içinde, hiçkimsenin gitmediği yerlere gitmeyi. birçoğumuz çıktık bu yolculuğa. evet, sevdiğimiz hasta biri. evet, bu ilişki hastalıklı. ama bunu ne önemi var. hastalıklarımız birbirini tutuyorsa,öpüşen dudaklar gibi değiyorsa hastalıklarımız birbirine. hangi sağlıklı ilişki böyle ateşler içinde yanabilir ki, hangi sağlıklı ilişki benim gördüğüm rüyaları görebilir ki, hangi sağlıklı ilişki böyle sancıyabilir ki. ateşlerle yanarak, sancılarla kavrularak, çılgın rüyaların içinde kıvranarak, kristal denizaltımda hastalıklı ilişkilerin içinde seyahatlere çıktım.
gezdiğim sıcak sahillerin büyücüleri bana hep aynı şeyi söyledi. - önemli olan onun sana uyması değil, önemli olan onun hastalığının senin hastalığına uyması. dolaştığım tarih sayfaları, aşk bölümlerinde hep 'hastalıklı' ilişkileri anlatıyordu, kayda geçmeye değer olarak yalnızca onları bulmuştu. Brahms Clara Schuman'a böyle tutulmuş, Yesenin isodora Duncan'a hayatını böyle armağan etmişti. Onlar birbirlerine uymuyordu. uyan, hastalıklarıydı. solgun bir sabah vakti kristal bir denizaltıya biner hayatın derinliklerine gidersiniz. dönüp dönmeyeceğinizi bilmeden. dönerseniz başka biri olarak dönersiniz. kristal bir denizaltıya binmişliğim var. ateşler içinde kıvrandığım. ve sizin ateşler içinde kıvrandığınız. hiç iyileşmek istemediniz. en iyileşmek istediğiniz, iyileşmek için yalvardığınız zamanlarda bile istemediniz iyileşmeyi.
bir kristal denizaltıya binip gittim bir gün.
garip rüyalar gördüm.

kimseye anlatmadım

3 Temmuz 2009 Cuma

mı?


"alakamızı uyandıran bir kimseyi, bizce meçhul ve meçhullüğü derecesinde cazibeli bir hayatın unsurlarına karışmış sanmak ve hayata ancak onun sevgisiyle girebileceğimizi düşünmek bir aşk başlangıcından başka neyi ifade eder?"


p.

the love song of j.a.p

there will be time, there will be time
to prepare a face to meet the faces that you meet;
there will be time to murder and create,
and time for all the works and days of hands
that lift and drop a question on your plate; 30
time for you and time for me,
and time yet for a hundred indecisions,
and for a hundred visions and revisions,
before the taking of a toast and tea.
we have lingered in the chambers of the sea
by sea-girls wreathed with seaweed red and brown
till human voices wake us, and we drown
e.


2 Temmuz 2009 Perşembe

veda

.
biri ölüyor biri ölü biri
sözlerimin çiziyorum üstünü
biri ölüyor ömrümü kekeliyor biri
yeni sözler ekliyorum üstüne
biri ölü biri ölü biri
.

...

sen
korkularını mı sevdin benim yerime
a.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

buna çabalayacaktık, işte...

»auch noch auf voneinander getrenntesten Schiffen ginge es für uns desselbigen Weges stromaufwärts – weil unser dieselbe Quelle wartet. «
r.
birbirinden en ayrı gemilerde bile bizim için yol aynı olurdu,nehirden yukarı-çünkü bizi aynı kaynak bekliyor.

mektup



işte yine günün belini kırıyor akşam

ve sen kırlara benzersin günün bu saati

çıkarmamışsan çiçekli elbiseni.


(i)


hatırla ve sıkı tut:korkardın küçükken

serçe parmağın uçacak diye elinden.

diğer çocuklara benzerdim bense

benzemesi gibi, bir çinlinin diğerine.


(ii)


şaşkınım, şehir açmıyor beni

ve namım yürümüyor burada

çünkü tuhaf burada her şey;

denizi sel basıyor hayret

hayret şehir sığmıyor taksiye

ve terör estiriyor rüzgar

kaldırıyor dağın eteklerini bile.


ve burada sensiz bahar

hem yatalak hem öpmeden geçiyor

bir jeton

yanağıma getiriyor da yanağını

kokunu rüzgara salsan

bana getirmiyor.


(iii)


yoksun ya

güvercin avlıyor avluda kedi

kızlar gülüşüyor bahçede

gül üşüyor –gül üşür-

yoksun ya, bezden anne

yapıyor öksüz

öpmek için kendisine.


i.t